RUFAİLİK NEDİR
Gönderilme zamanı: 19 Ara 2009 00:36
Rufâilik Nedir?
Rufâilik sekiz asırdan günümüze değin süregelen sünnî bir tarikattır. Bir tasavvufî ekoldür. Rufâiliğin pîri (kurucusu), Seyyid Ahmed Rufâi (K.S) hazretleridir. Rufâi hazretlerinin soyları, Hz. Hüseyin (R.A) efendimize, dolayısıyla Sevgili Peygamberimiz (S.A.V)’e ulaşır. Bu yüzden Seyyid’dir. Milâdi Ekim 1118 – 23 Eylül 1183 yılları arasında Irak’ta Basra civarında yaşamıştır. Türbe-i saâdetleri hâlen ziyarete açık olup, kendi ismiyle anılan “Arrufâiye” kasabasındadır.
Seyyid Ahmed Rufâi, nebiler vârisidir. Evliyâlar sultanıdır. Âcizlerin, gönlü kırıkların şeyhi, fakirlerin ve kimsesizlerin sığınağı, dertlilerin ve hastaların teselli kaynağıdır. Nâmı, İslâm âleminin en kuytu yerlerine kadar yayılmış, menkibeleri dillerde söyleşir olmuştur. Her sûfinin, en önemli bir meziyeti vardır. Rufâi hazretlerininki ise, çok mütevâzı (alçakgönüllü) olmasıdır.
Hz. Pîr, düşkünleri sever, her an onları himâye etmeye çalışırdı. Cüzzam hastalığına yakalanmış kimseleri kendi elleriyle yıkar, temizler, elbiselerinin yırtık yerlerini yamardı. Bu gibi şeyleri yapmanın çok iyi olduğunu ve bunları yapmaktan büyük hâz duyduğunu müridlerine anlatırdı.
Seyyid Ahmed’in vasıflarını anlatmak için kitap yazmak gerekir.. Hâsılı, O, Peygamberin yüce ahlâkı ile ahlâklanmış bir gönül sultanıdır. Allah dostudur.
En Büyük Kerâmet !...
İşte, bu yüce veli, Hicrî 555 yılında (Miladi – 1160) müridleri ile beraber Hacc’a gitti. Hac fârizasını ifâ ettikten sonra Medine-i Münevvere’ye Hz. Peygamber’in (S.A.V) kabrini ziyârete geldi. İki cihan serveri Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’in medfun olduğu Ravza-i Mutahhara’ya vardı. Rufâi hazretleri, burada aynı zamanda soyundan geldiği Peygamberimizin kabr-i şerifinin tam karşısında, büyük bir vecd içinde;
“Esselâmü aleyke ya ceddî” diye sesli olarak selâm ve ihtirâmda bulundu. Ve Hazreti-i Peygamber (S.A.V) tarafından sesli olarak ;
“Ve aleykesselâm ya veledî” cevabı sâdır oldu. Yüce Peygamber, irtihâlinden 544 yıl sonra, kendisini ziyaret eden bir ümmetinin selâmını dünya sesiyle mukâbele ederek aldı.
Bunu duyunca, Seyyid Rufâi gözyaşlarını tutamayarak ağladı ve irticâlen şu beyitleri söyledi ;
“Fi hâleti’l bu’di rûhi küntü ursilühâ
Tukabbilü’l - erda anni ve hiye nâibeti
Ve hêzihi devletü’l – eşbâhı kad hadarat
Femdüd yemineke key tehzâ bihê şefeti”
Meâlen;
“Uzaktayken gönderirdim ruhumu,
Öperdi O. Benim yerime, mübârek yeri.
Şimdi ise, mukaddes varlığının görüldüğü andır.
Uzat, mübarek elini de, dudağım onu öpme şerefine ersin !...”
Bu aşk terennümü üzerine Hz. Peygamber (S.A.V)’in mübarek eli, Kabr-i Şerif’lerinden dışarı çıktı. Seyyid Rufâi bütün arzu, iştiyâk ve heyecanıyla; kalabalık hüccâc huzurunda bu mübârek eli öpmek şerefine nâil oldu.
Yüce Peygamberimiz’in (S.A.V) sesinin işitilmesi ve elinin öpülmesi olayına O yıl Ravza-i Mutahhara’da bulunan doksan binden fazla kimse şahit oldu. Rufâi hazretlerinin bu kerâmeti, evliyâullahın gösterdiği en büyük kerâmet olarak kabul edilir. Bu kerâmet, birçok mûteber kitapta zikredilmektedir.
Şiş Olayının Menşei :
Peygamberimizin mübârek elinin Kabr-i Şerif’ten dışarı çıkarak kâinatı aydınlatması ve Seyyid Rufâi’nin bunu öpmesi; Rufâi müridlerini büyük bir aşk ve vecde getirdi. Kendilerinden geçtiler. O dönemlerde hacılar, yol güvenliği olmadığı için yanlarında şiş, teber, satır ve çekiç gibi yolcu silahı taşıyorlardı.
İşte, ne olduysa o anda oldu. Vecd haline gelen müridler, ellerindeki bu kesici ve delici aletleri birbirlerine vurmaya başladılar!... Ancak ne şişlerin girdiği yerden, ne satırların vurulduğu yerden bir damla kan çıkmadı. Bu öldürücü aletler, Rufâi mensuplarının elinde birer oyuncak gibiydi.
Rufâi hazretleri, bu hârikulâde durumun Cenâb-ı Hakk’ın bir lütfu olduğunu anladı. Ve ellerini göğe açarak;
― “Ya Rabbi ! Bu benim tarikatıma mahsus bir hâl olmak üzere kıyâmete kadar kalsın!...” diye duâ ve niyâz etti. Bu olayın meydana geldiği 1160 yılından bu yana Rufâi mensuplarınca, icâzetli (izinli) kişiler tarafından bu bürhânlar yapılmıştır. Ve de kıyâmete dek yapılacaktır, Allah-u Teâlâ’nın izniyle.
Bürhân Nedir?
Bürhân, lûgatta; “Red ve inkâr karşısında; söz götürmeyecek surette hakikâti ispata yarayan kuvvetli delil, hüccet” şeklinde izah edilmiştir.
Tasavvufi manada ise; “Rufâi tarikatına mahsus olan şiş vurmak, kılıç vurmak, ateşe girmek gibi fevkâlede hallerdir.”
Bürhân Yapmanın Gâyesi :
Allah’ın kuvvet ve kudretinin ispatıdır. Allah’ın kudretini ilim ile bilmek (ilmelyakin) güzeldir. Göz ile müşâhade ederek bilmek (aynelyakin) daha güzeldir. Rufâi Bürhânlarını izleyen kişi, bunun ilâhi bir güçten başka bir şey olamayacağını gözleri ile görüyor. İmanı zayıf olanın, imanı kuvvetleniyor. İmansız ise, belki hidâyetine vesile oluyor. Allah’ın hidâyeti ile.
Şiş Bürhânı Şöyle Yapılmaktadır :
Rufâi zikrinde “Hayy” esmâsına gelindiğinde, bürhân yapmaya icâzetli zat; zikredenlerden birkaç tanesini, zikir halkasının orta yerine çıkarır. Başı ağaç topuzlu ve üzerinde sıra sıra demir halkalar bulunan; ucu sivri olup, gittikçe kalınlaşan demirden yapılmış şişleri eline alır. Ki, bu şişlere “meydan aynası” denilir.
Üstâd, kendince mâ’lum duâsını okur. Niyâz ve tazarru’da bulunur. Şişin sivri ucunu mesheder. Şiş, bu surette öldürücü vasfını kaybetmiştir. Şiş emir almıştır. Vücuda girecek, çıkacak bir damla kan bile akmayacaktır. Dervişin abdesti dahi bozulmayacaktır.
Nitekim, öyle olur. Rufâi üstâdı, şiş vuracağı kişiye; göbekten yukarı giysilerini çıkarmasını söyler. Şiş vurulma anı gelmiştir. Bu ne teslimiyet yâ Rabbi !... İsmail’in babası İbrahim aleyhisselâm’a teslimiyeti gibi. Ve üstâd, şişi vücudun yanak, gırtlak, göğüs, omuz başı gibi bir yerine “Destûr ya Hazreti Pir Ahmed Rufâi !...” deyip batırır. Koskoca bir şiş, insana batırılmıştır. Şiş vurulan kişi, bir eliyle şişin topuzundan tutup; zikir meydanında Allah’ı zikretmeye devam eder. En ufak bir acı duymaz. Bu hâl, zikrin sonuna dek sürer. Nihayet, üstâd bu şişleri usulünce çıkarır.
SONUÇ :
Mu’cize, Peygamberlerden sâdır olan; kerâmet evliyâullahdan sâdır olan olağanüstü hallerdir. Bürhân ise yalnız Rufâi hazretlerine mahsustur. Günümüzde bürhân Seyyid Ahmet Rufâi (k.s.)’ye vekâleten yapılmaktadır. Olayın izahı şudur; Allah (c.c), büyük kudret sahibidir. Bir şeyi bir anda ihyâ eder. Kâinatta her şey O’nun izni dahilindedir. Rufâi hazretleri ise, bir Allah dostudur. Bürhân’ı yapan ve bürhân yapılan kişi için, bir yücelik düşünmeye gerek yoktur. Ne şişi vuranda, ne de şiş vurulan da bir şey yoktur.
Bu olayı, Hind fakirlerinin yaptıkları Fakirizm ile izah yanlıştır. Çünkü, Hind fakirleri bazı olağanüstü durumları, kendi bedenlerinde yaptıkları bir takım temrinler (alıştırmalar) sonunda elde edebiliyorlar. Tıpkı bir jimnastikçinin yaptığı estetik hareketler gibi. Ama Rufâiler bu şişleri; kendilerine mensup dahi olmayan kişilere, inanan – inanmayan, genç ihtiyar herkese, hatta çocuklara bile yapabiliyorlar !...
Demek oluyor ki, Rufâi şişleri bir gerçektir. Bunu inkâr etmek mümkün değil. Sonra, niçin inkâra yöneliyoruz? İnkâr, imandan nasibini alamamış kişilerin işi, En Büyük Peygamber (S.A.V), en büyük mu’cizeleri gösterdi. İnkârcılar; “O, bir sihirbazdır !...” dediler. Hz. İsa (a.s.) ölüyü diriltti Allah’ın izniyle. İnkârcılar yine iman etmedi.
Bu şişler oyuncak değil, öldürücü alettir. Demir girerse insanı öldürür, hasar verir. Allah vardır ve insan O’na tâbidir. Allah emretmedikçe bir damla kan çıkmaz. Şişler, kılıçlar, ateşler kuvvet ve kudret sahibi değildir. Cansız birer alettir. Oysa Allah, kudret sıfatına hâizdir. Her şey O’nun izin ve tasarrufundadır. Hz. İbrahim, (a.s.)’ı ateş yaktı mı? Oğlu İsmail’i bıçak kesti mi? Ateş yakmaz, Allah emretmeyince !... Bıçak kesmez, Allah emretmeyince !... Bu olay, fizik değildir; metafiziktir. Osmanlıca terimi ile “hikmet-i ilahiyye’dir”.
Seyyid Ahmed Er Rufai Hayatı ve ana sayfa için http://www.errufai.com tıklayınız
Rufâilik sekiz asırdan günümüze değin süregelen sünnî bir tarikattır. Bir tasavvufî ekoldür. Rufâiliğin pîri (kurucusu), Seyyid Ahmed Rufâi (K.S) hazretleridir. Rufâi hazretlerinin soyları, Hz. Hüseyin (R.A) efendimize, dolayısıyla Sevgili Peygamberimiz (S.A.V)’e ulaşır. Bu yüzden Seyyid’dir. Milâdi Ekim 1118 – 23 Eylül 1183 yılları arasında Irak’ta Basra civarında yaşamıştır. Türbe-i saâdetleri hâlen ziyarete açık olup, kendi ismiyle anılan “Arrufâiye” kasabasındadır.
Seyyid Ahmed Rufâi, nebiler vârisidir. Evliyâlar sultanıdır. Âcizlerin, gönlü kırıkların şeyhi, fakirlerin ve kimsesizlerin sığınağı, dertlilerin ve hastaların teselli kaynağıdır. Nâmı, İslâm âleminin en kuytu yerlerine kadar yayılmış, menkibeleri dillerde söyleşir olmuştur. Her sûfinin, en önemli bir meziyeti vardır. Rufâi hazretlerininki ise, çok mütevâzı (alçakgönüllü) olmasıdır.
Hz. Pîr, düşkünleri sever, her an onları himâye etmeye çalışırdı. Cüzzam hastalığına yakalanmış kimseleri kendi elleriyle yıkar, temizler, elbiselerinin yırtık yerlerini yamardı. Bu gibi şeyleri yapmanın çok iyi olduğunu ve bunları yapmaktan büyük hâz duyduğunu müridlerine anlatırdı.
Seyyid Ahmed’in vasıflarını anlatmak için kitap yazmak gerekir.. Hâsılı, O, Peygamberin yüce ahlâkı ile ahlâklanmış bir gönül sultanıdır. Allah dostudur.
En Büyük Kerâmet !...
İşte, bu yüce veli, Hicrî 555 yılında (Miladi – 1160) müridleri ile beraber Hacc’a gitti. Hac fârizasını ifâ ettikten sonra Medine-i Münevvere’ye Hz. Peygamber’in (S.A.V) kabrini ziyârete geldi. İki cihan serveri Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’in medfun olduğu Ravza-i Mutahhara’ya vardı. Rufâi hazretleri, burada aynı zamanda soyundan geldiği Peygamberimizin kabr-i şerifinin tam karşısında, büyük bir vecd içinde;
“Esselâmü aleyke ya ceddî” diye sesli olarak selâm ve ihtirâmda bulundu. Ve Hazreti-i Peygamber (S.A.V) tarafından sesli olarak ;
“Ve aleykesselâm ya veledî” cevabı sâdır oldu. Yüce Peygamber, irtihâlinden 544 yıl sonra, kendisini ziyaret eden bir ümmetinin selâmını dünya sesiyle mukâbele ederek aldı.
Bunu duyunca, Seyyid Rufâi gözyaşlarını tutamayarak ağladı ve irticâlen şu beyitleri söyledi ;
“Fi hâleti’l bu’di rûhi küntü ursilühâ
Tukabbilü’l - erda anni ve hiye nâibeti
Ve hêzihi devletü’l – eşbâhı kad hadarat
Femdüd yemineke key tehzâ bihê şefeti”
Meâlen;
“Uzaktayken gönderirdim ruhumu,
Öperdi O. Benim yerime, mübârek yeri.
Şimdi ise, mukaddes varlığının görüldüğü andır.
Uzat, mübarek elini de, dudağım onu öpme şerefine ersin !...”
Bu aşk terennümü üzerine Hz. Peygamber (S.A.V)’in mübarek eli, Kabr-i Şerif’lerinden dışarı çıktı. Seyyid Rufâi bütün arzu, iştiyâk ve heyecanıyla; kalabalık hüccâc huzurunda bu mübârek eli öpmek şerefine nâil oldu.
Yüce Peygamberimiz’in (S.A.V) sesinin işitilmesi ve elinin öpülmesi olayına O yıl Ravza-i Mutahhara’da bulunan doksan binden fazla kimse şahit oldu. Rufâi hazretlerinin bu kerâmeti, evliyâullahın gösterdiği en büyük kerâmet olarak kabul edilir. Bu kerâmet, birçok mûteber kitapta zikredilmektedir.
Şiş Olayının Menşei :
Peygamberimizin mübârek elinin Kabr-i Şerif’ten dışarı çıkarak kâinatı aydınlatması ve Seyyid Rufâi’nin bunu öpmesi; Rufâi müridlerini büyük bir aşk ve vecde getirdi. Kendilerinden geçtiler. O dönemlerde hacılar, yol güvenliği olmadığı için yanlarında şiş, teber, satır ve çekiç gibi yolcu silahı taşıyorlardı.
İşte, ne olduysa o anda oldu. Vecd haline gelen müridler, ellerindeki bu kesici ve delici aletleri birbirlerine vurmaya başladılar!... Ancak ne şişlerin girdiği yerden, ne satırların vurulduğu yerden bir damla kan çıkmadı. Bu öldürücü aletler, Rufâi mensuplarının elinde birer oyuncak gibiydi.
Rufâi hazretleri, bu hârikulâde durumun Cenâb-ı Hakk’ın bir lütfu olduğunu anladı. Ve ellerini göğe açarak;
― “Ya Rabbi ! Bu benim tarikatıma mahsus bir hâl olmak üzere kıyâmete kadar kalsın!...” diye duâ ve niyâz etti. Bu olayın meydana geldiği 1160 yılından bu yana Rufâi mensuplarınca, icâzetli (izinli) kişiler tarafından bu bürhânlar yapılmıştır. Ve de kıyâmete dek yapılacaktır, Allah-u Teâlâ’nın izniyle.
Bürhân Nedir?
Bürhân, lûgatta; “Red ve inkâr karşısında; söz götürmeyecek surette hakikâti ispata yarayan kuvvetli delil, hüccet” şeklinde izah edilmiştir.
Tasavvufi manada ise; “Rufâi tarikatına mahsus olan şiş vurmak, kılıç vurmak, ateşe girmek gibi fevkâlede hallerdir.”
Bürhân Yapmanın Gâyesi :
Allah’ın kuvvet ve kudretinin ispatıdır. Allah’ın kudretini ilim ile bilmek (ilmelyakin) güzeldir. Göz ile müşâhade ederek bilmek (aynelyakin) daha güzeldir. Rufâi Bürhânlarını izleyen kişi, bunun ilâhi bir güçten başka bir şey olamayacağını gözleri ile görüyor. İmanı zayıf olanın, imanı kuvvetleniyor. İmansız ise, belki hidâyetine vesile oluyor. Allah’ın hidâyeti ile.
Şiş Bürhânı Şöyle Yapılmaktadır :
Rufâi zikrinde “Hayy” esmâsına gelindiğinde, bürhân yapmaya icâzetli zat; zikredenlerden birkaç tanesini, zikir halkasının orta yerine çıkarır. Başı ağaç topuzlu ve üzerinde sıra sıra demir halkalar bulunan; ucu sivri olup, gittikçe kalınlaşan demirden yapılmış şişleri eline alır. Ki, bu şişlere “meydan aynası” denilir.
Üstâd, kendince mâ’lum duâsını okur. Niyâz ve tazarru’da bulunur. Şişin sivri ucunu mesheder. Şiş, bu surette öldürücü vasfını kaybetmiştir. Şiş emir almıştır. Vücuda girecek, çıkacak bir damla kan bile akmayacaktır. Dervişin abdesti dahi bozulmayacaktır.
Nitekim, öyle olur. Rufâi üstâdı, şiş vuracağı kişiye; göbekten yukarı giysilerini çıkarmasını söyler. Şiş vurulma anı gelmiştir. Bu ne teslimiyet yâ Rabbi !... İsmail’in babası İbrahim aleyhisselâm’a teslimiyeti gibi. Ve üstâd, şişi vücudun yanak, gırtlak, göğüs, omuz başı gibi bir yerine “Destûr ya Hazreti Pir Ahmed Rufâi !...” deyip batırır. Koskoca bir şiş, insana batırılmıştır. Şiş vurulan kişi, bir eliyle şişin topuzundan tutup; zikir meydanında Allah’ı zikretmeye devam eder. En ufak bir acı duymaz. Bu hâl, zikrin sonuna dek sürer. Nihayet, üstâd bu şişleri usulünce çıkarır.
SONUÇ :
Mu’cize, Peygamberlerden sâdır olan; kerâmet evliyâullahdan sâdır olan olağanüstü hallerdir. Bürhân ise yalnız Rufâi hazretlerine mahsustur. Günümüzde bürhân Seyyid Ahmet Rufâi (k.s.)’ye vekâleten yapılmaktadır. Olayın izahı şudur; Allah (c.c), büyük kudret sahibidir. Bir şeyi bir anda ihyâ eder. Kâinatta her şey O’nun izni dahilindedir. Rufâi hazretleri ise, bir Allah dostudur. Bürhân’ı yapan ve bürhân yapılan kişi için, bir yücelik düşünmeye gerek yoktur. Ne şişi vuranda, ne de şiş vurulan da bir şey yoktur.
Bu olayı, Hind fakirlerinin yaptıkları Fakirizm ile izah yanlıştır. Çünkü, Hind fakirleri bazı olağanüstü durumları, kendi bedenlerinde yaptıkları bir takım temrinler (alıştırmalar) sonunda elde edebiliyorlar. Tıpkı bir jimnastikçinin yaptığı estetik hareketler gibi. Ama Rufâiler bu şişleri; kendilerine mensup dahi olmayan kişilere, inanan – inanmayan, genç ihtiyar herkese, hatta çocuklara bile yapabiliyorlar !...
Demek oluyor ki, Rufâi şişleri bir gerçektir. Bunu inkâr etmek mümkün değil. Sonra, niçin inkâra yöneliyoruz? İnkâr, imandan nasibini alamamış kişilerin işi, En Büyük Peygamber (S.A.V), en büyük mu’cizeleri gösterdi. İnkârcılar; “O, bir sihirbazdır !...” dediler. Hz. İsa (a.s.) ölüyü diriltti Allah’ın izniyle. İnkârcılar yine iman etmedi.
Bu şişler oyuncak değil, öldürücü alettir. Demir girerse insanı öldürür, hasar verir. Allah vardır ve insan O’na tâbidir. Allah emretmedikçe bir damla kan çıkmaz. Şişler, kılıçlar, ateşler kuvvet ve kudret sahibi değildir. Cansız birer alettir. Oysa Allah, kudret sıfatına hâizdir. Her şey O’nun izin ve tasarrufundadır. Hz. İbrahim, (a.s.)’ı ateş yaktı mı? Oğlu İsmail’i bıçak kesti mi? Ateş yakmaz, Allah emretmeyince !... Bıçak kesmez, Allah emretmeyince !... Bu olay, fizik değildir; metafiziktir. Osmanlıca terimi ile “hikmet-i ilahiyye’dir”.
Seyyid Ahmed Er Rufai Hayatı ve ana sayfa için http://www.errufai.com tıklayınız