DİYANETİN CUMA HUTBESİ.....
Gönderilme zamanı: 10 Eki 2009 09:54
09/10/2009 CUMA GÜNÜ .... BALDIZIMIN NİKAHI VARDI.. EVDE OTURMUŞ BACANAKLARLA SOHBET ESNASINDA DİNİ BİLGİLERE PEK HAİZ OLMADIĞINDAN NİKAH MEVZUU DENK GELDİ GÜNDEMDE OLAN SÜNNETİ-FARZI-VACİBİNİ İÇİNE ALAN VE EVLİLİK MEVZUU SUSTUM AMA BİR YERE KADAR BAŞLADIK KONUŞMAYA KAFALARINI OKADAR KARIŞTIRMIŞLARKİ DELİL GETİRDİKÇE İNADI KÜFÜRLE KABULLENMEMEKTELER FARKINDA OLMADAN İMAN ZEDELENMESİ OLDUĞUNDAN KONUYU KESTİK TABİİ DARBE GİBİ AYAĞA KALKIP BAĞIRARAK BİRAZ TIRSTIKLARINDAN SUSTULAR NEYSE SELA OKUNDU 7 BACANAK BULUA ERMİŞ ÇOCUKLARLA 15 ERKEK EVET SADECE KAYINBİLADER BİR BACANAK VE 2 OĞLAN CUMAYA ÇIKTIK ALEVLİ TARTIŞMAMIZIN AYNISI 09/10/2009 İZMİRDE HUTBE KONUSU AMMA HUTBEDEN ÖNCE İMAM KÜRSÜDE DİNİ NİKAH İSLAMI NİKAH YOKDUR... BUGÜN RESMİ NİKAH YETERLİDİR.. ORDA HERKEZ KABUL ETTİM DİYOR İŞ BİTİYOR DİNİ İSLAMİ NİKAH DEMEK DUA BAŞKA BİRŞEY DEĞİL BUNU EVDEDE HERKEZ YAPAR DİYOR..... KAYNAR SULAR DÖKÜLDÜ BAŞIM AŞAĞIYA İMAMA ÖYLE BAKTIM Kİ KABİL OLSA KALKIP GIRTLAĞINI KOPARACAM ANLADI KALBİMDEN BUĞUZ DIŞIMDAN MİMİKLERİMLE DUALARIM İLTİCA VE YAKARIŞIMLA İMAM GÖZÜ BANA DİKTİ BENDE ONA BİR HAREKET ETSE CEMAATİN İÇİNDE PARÇALICAM AKLIMDANDA HADİSLERLE KURANI KERİM AYETLERİYLE BERİKADAN AMENTÜ ŞERHİNDEN KADIZADE ŞERHLERİNDE DELİLLİ KONULAR GÖZÜMÜN ÖNÜNDE UÇUŞMAKTA BİR ARA KALKIP DELİLLERİYLE ANLATMAK GELDİ TUTUP RENGAREN YENİ MODA OLMUŞ ÖNÜ HALATLI PÜSKÜLLÜ HAHAM CÜBBESİ GİBİ BEYAZ CÜBBESİDE TUTUP PARALAMAK AMA NEYSE DEDİK ÇIKIŞTA YANAŞTI NEDEN BANA ÖYLE BAKTINIZ DEDİ.. BAK DEDİM MEMUR BİR ARA SENİ KALKIP PARALAYACAKTIM AZAD ETTİM GİT ŞEYTANINDAN BUL DEDİM AĞZINI AÇARSAN SENİ BU MÜBAREK MAABETTE LEŞİNİ SERERİM DEDİM.. TANIDIKLAR BİZİM KİM OLDUĞUMUZU SÖYLEDİ AĞZINI AÇMADI HEMEN CAMİ ÇIKIŞINDAKİ EVİNE GİRDİ... NEYSE BİZDE BURDAN İSLAMİ NİKAHI YAZALIM DEDİK....... VESSELAM....
ŞİMDİ İMAMIN DEDİKLERİ BUNLAR DEDİKTEN SONRA HUTBEYE ÇIKIP OKUDUĞU HUTBE İMAM-IN KONUŞTUKLARININ TEZATI...DİYANETİN HUTBESİ ....
Tarih : 09.10.2009
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُم ْأَزْوَاجاً لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
EVLİLİK ve BOŞANMA
Muhterem Müslümanlar!
Sağlam bir toplum oluşturmak, bireylerin huzur ve mutluluğunu temin temek kadar önemlidir. Bu nedenle dinimiz, insanın ilk öğretim ocağı olan ve toplumun temeli sayılan aile müessesesine ayrı bir önem vermiştir. Müslümanların evlenip, yuva kurmalarını, toplumun huzuru ve neslin devamı için evlilik müessesesini sağlam temeller üzerine bina etmesini istemiştir.
Evlilik yoluyla, kadınla erkek arasında köklü, güçlü ve sürekli bir bağ kurulur. Nitekim ayet-i kerimede: “Kendileri ile huzur bulasınız diye, sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. (Rum, 30/21) “..Onlar size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz..”(Bakara, 2/187) buyurularak, eşlerin birbirlerini tamamlayan bir bütün olduğu ve aile yuvasının sevgi, saygı ve merhamet temeline dayanması gerektiği ifade edilmiştir.
Aziz Mü’minler!
İslam dinine göre, geçici olarak ortaya çıkan evlilikler uygun olmadığı gibi, nikahsız birliktelikler de asla tasvip edilmemiştir. Çünkü evlilik/nikah ciddi bir müessese olup, dinî, hukukî, ahlakî ve sosyal manada ciddiyet ve devamlılık gerektiren bir akittir. Nikâh kıyıldığında dinen evlilik hayatı başlar ve eşler arasında bir takım haklar tahakkuk eder. Günümüzde bu haklar, evlilik; resmen tescil ettirilmeksizin korunamadığından, evlenecek kişilerin resmi nikâh kıyılmadan, dini nikâh kıydırmaları kanunen yasak olduğu gibi dinen de sakıncalıdır. Bu nedenle evlenmek isteyen kimselerin, önce resmi muamele yaptırmaları gerekir. Ayrıca bu tür evliliklerde kadın çoğunlukla mağdur olmakta ve ortaya telafisi mümkün olmayan çok ciddi sorunlar çıkmaktadır.
Değerli Müminler!
Kurulan yuvaların güven, huzur ve mutluluk içinde devam etmesi, hem fertler ve hem de toplumlar açısından hayati öneme sahiptir. Ancak bununla birlikte her ailede, bireyler arasında zaman zaman bazı anlaşmazlıklar ortaya çıkabilir. Bu gibi durumlarda kişiler; aile içi problemlerini dinimizin sevgi, saygı, merhamet prensipleri doğrultusunda ve aile fertlerinin birbirlerine karşı sorumluluklarını yerine getirerek çözüme kavuşturmaya çalışmalıdır. Ancak evlilik ile amaçlanan dünyevi ve uhrevi yararlar ortadan kalkar, şiddetli geçimsizlik, nefret, huzursuzluk, hak ve hukuka riayet edilmemesi gibi problemler ortaya çıkar ve kadınla erkeğin bir arada yaşaması imkânsız hale gelirse, bu durumda eşlerin boşanmaları da bireysel bir haktır. Bu sebeple evliliğin devam ettirilememesi durumlarında, boşanma bir çıkar yol olmakla birlikte, en son başvurulması gereken bir çaredir. Nitekim sevgili Peygamberimiz, "Allâh katında en sevimsiz helâl, boşanmadır" buyurmuşlardır. (Ebû Dâvûd, Talâk, 3). Çünkü aile bağlarında başlayan çözülme, toplumun da çözülmesine sebep olacaktır. Bu nedenle eşler/taraflar, hayatın tüm sıkıntı ve problemlerine karşı el ele verip, birlikte göğüs gererek çözmeye çalışmalı ve birbirlerine karşı sorumluluklarını yerine getirmelidir. Boşanmadan önce eşler hem çocukların hem de toplumun geleceği için tüm çözüm yollarını denemelidir.
Kur'ân-ı Kerim'de de, evliliğin devam ettirilmesi için fedâkarlıkta bulunulması, hoşnutsuzluk ve geçimsizlik durumlarında tarafların meselelerini konuşarak halletmeleri öğütlenmiş; aralarındaki anlaşmazlık daha ileri safhaya ulaştığında, kadının ve erkeğin ailelerinden seçilen hakemler vasıtasıyla eşler arasındaki anlaşmazlığın giderilmesi yolu tavsiye edilmiştir. Bunun yanı sıra bütün anlaşma yolları kapanmış ve evlilik hayatının sürdürülmesi imkansız hale gelmişse, bu takdirde ancak boşanmaya izin verilmiştir.
Diğer taraftan dinimizde evlenme ve boşanma belli kurallara bağlanmıştır. Bunların dünyevi çıkar için ya da karşı tarafa tehdit ve baskı aracı olarak kullanılması asla uygun görülmemiştir.
Muhterem Müslümanlar!
Boşanma, eşler için mutsuz bir evliliği sonlandırmak olsa da ailenin yıkımı demektir. Ayrılmanın kaçınılmaz ve gerekli olduğu durumlarda bile boşanmayla sorunlar bitmeyebilir. Boşanma, eşleri ekonomik yönden sarsar, ruhsal yönden örseler; sosyal konumlarını olumsuz yönde etkiler. Yuvanın dağılmasından en büyük zararı ise çocuklar ve toplum görür. Böyle üzücü sonuçlar yaşamamak için Kur’an-ı Kerim’in bu konuda ortaya koyduğu değerlere ve Hz. Peygamberin tavsiyelerine kulak vermeli, yuvalarımızda sevgi ve şefkati hakim kılmalıyız.
Hazırlayan
Dr. Ülfet GÖRGÜLÜ
Merkez Vaizesi
ŞİMDİ İSLAMİ NİKAH NASIL KIYILIR ONU YAZALIM ARDINDANDA FARZI-VACİBİ-SÜNNETİNİN FIKIH KİTAPLARINDAKİ YERİNİ İZAH EDELİM... TABİİİ KİTABULLAHDAN BİZDEN DEĞİL... HAŞA BİZ CAHİLİZ BİZ ARAŞTIRMACIYIZ YAZILANLARI OKUDUKLARIMIZI YAZARIZ...
Dini nikah nasıl kıyılır?
Hıristiyanların nikahlarını, kilisede papazlar kıydığı halde, papaz nikahı denmiyor. Nikah kıymasını bilen her Müslüman, her yerde nikah kıyabilir, Yani Camide olması da şart değildir. İmamın kıyması da, şart değildir. Doktor kıyarsa, doktor nikahı, mühendis kıyarsa, mühendis nikahı denmeyeceği gibi, imam kıyınca da, imam nikahı denmez. Normal adı, nikahtır. Resmi nikah muamelesi ile karışmaması için, dini nikah deniyor. Yoksa nikah, namaz gibi dinin bir emridir. Dini namaz veya imam namazı diye bir namaz olmadığı gibi, imam nikahı da olmaz. Sadece, belediyede yapılan nikah işlemleri ile karışmaması için dini nikah demeli, imam nikahı dememelidir.
Nikah şöyle kıyılır
Nikah yapacak efendi, önce zevcenin adını, Mesela Fatıma bint-i Ahmed yazar.
Sonra zevcenin vekilini, Mesela Ali bin Zeyd yazar.
Sonra iki erkek şahidin adını yazar. Sonra zevcin adını, Mesela Ömer bin Hüseyin diye yazar.
Sonra, zevc yoksa zevcin vekilinin adını yazar.
Sonra, iki tarafa sorarak, uyuştukları mehr-i müecceli ve mehr-i muacceli yazar.
Sonra, istiğfar okur. Euzü Besmele okur.
(Elhamdü lillahillezî zevvecel ervâha bil eşbâh ve ehallennikâha ve harremessifâh. Vessalâtü vesselâmü alâ resûlinâ Muhammedinillezî beyyenel-harâme vel-mubâh ve alâ Âlihi ve Eshâbi-hillezîne hüm ehlüssalâhi velfelâh) der.
Euzü Besmele çekip, Nur suresinin otuzikinci âyetini okur. (Sadakallahül’azîm) deyip, (Kâle Resûlullah, sallallahü aleyhi ve sellem, “En-nikâhü sünnetî femen ragibe an sünnetî feleyse minnî” sadaka Resûlullah. Bismillâhi ve alâ sünnet-i resûlillah) der.
Sonra zevcenin vekiline dönüp
(Allahü teâlânın emri ve Peygamber efendimizin sünneti ile ve amelde mezhebimizin imamı, imam-ı a’zam Ebu Hanife hazretlerinin ictihadı ile ve hazır olan Müslümanların şehadetleri ile, vekili olduğun Fatıma bint-i Ahmedi, şu kadar altın mehr-i müeccel ve şu kadar altın muaccel ile, talibi olan Ömer bin Hüseyine tezvice, vekaletin hasebi ile, verdin mi?) der.
Sonra zevcin vekiline dönüp, yine (Bismillahi ve alâ)dan başlayıp okur. Sen dahi, Fatıma bint-i Ahmedi, şu kadar altın mehr-i müeccel ve aralarında malum olan mehr-i muaccel ile, vekili olduğun Ömer bin Hüseyine, vekaletin hasebi ile, aldın mı?) der.
[Zevcin kendisi varsa, bunları kendisine sorar.]
Her ikisine üçer kere sorar ve cevap alır. Ben dahi akd-i nikah ettim der. Sonra, şu duayı okur:
(Allahümmec’al hâzel akde meymûnen mubâreken vec’al beyne-hümâ ülfeten ve mehabbeten ve karârâ ve lâ tec’al beyne-hümâ nefreten ve fitneten ve firârâ. Allahümme ellif beynehümâ kemâ ellefte beyne Âdeme ve Havvâ. Ve kemâ ellefte beyne Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Hadîce-tel-kübrâ ve Âişe-te ümm-il mü’minîne “radıyallahü anhümâ”. Ve beyne Alîyyin “radıyallahü anh” ve Fâtıma-tez-zehrâ “radıyallahü anhâ”. Allahümme a’ti le-hümâ evlâden sâlihan ve ömren tavîlen ve rızkan vâsi’an. Rabbenâ heb lenâ min ezvâcinâ ve zürriyyâtinâ kurrete a’yünin vec’alnâ lil müttekîne imâmâ. Rabbenâ âtinâ fiddünyâ haseneten ve fil âhıreti haseneten ve kına azabennâr. Sübhâne rabbike rabbil’ızzeti ammâ yesıfûn ve selâmün alel mürselîn velhamdülillahi rabbil’âlemin. El fatiha.) denir.
ve islami nikahta tamamlammis olur.
Nikâhlanmak, evlenmek demekdir. (Tatlîk) boşanmak demekdir.
(Menâhic-ül-ibâd) kitâbında, islâm nikâhını şöyle yazmakdadır:
Yedinci fasl, evlenmek edeblerini bildirmekdedir. Nass ve haberler, evlenmenin dahâ iyi olduğunu bildirdiği gibi, bekâr kalmanın dahâ iyi olduğu da bildirilmekdedir. İnsanlar, zemânlar ve hâller başka başka olduğu için, haberler de, başka başka olmuşdur. Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’înin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” zemânları ve hâlleri, evlenmenin dahâ iyi olduğunu gösteriyordu. Bunda, üç sebeb vardı:
1. ci sebeb: Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında, dünyâyı hıristiyanlık kaplamışdı. Îsâ aleyhisselâmın rûhâniyyeti dahâ çok olduğu için, onun eshâbının ve ümmetinin hâline ve zemânına, bekârlık, ruhbânlık, yalnızlık yakışırdı. Papaslar, herkese râhib olmağı, yalnız yaşamağı emr ediyordu. Allah yolunda bulunabilmek ve Allahü teâlâya yaklaşabilmek, ancak ruhbânlıkla, ya’nî evlenmemekle olur sanıyorlardı. Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem”, rûhî ve maddî hakîkatlerin, üstünlüklerin hepsini kendinde topladığı için, Onun Eshâbına ve ümmetine, yalnızlık da, çokluk da, bekârlık da, evlilik de fâideli olmakdadır. Bunlara her ikisi de ve ikisi arasındaki orta hâl de yakışmakdadır. Papaslar herkese ruhbânlığı, yalnız, bekâr yaşamağı emr etdiğinden, bunu önlemek için Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshâbının, bekâr yaşamasını yasak etdi. (İslâmiyyetde ruhbânlık yokdur) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde de, (Nikâh yapmak, benim sünnetimdir. Sünnetimi yapmıyan kimse, benden değildir) buyurdu. Dahâ nice hadîs-i şerîfler, zihnlerdeki yanlış fikrleri kaldırdı. Allahü teâlânın yolunda, yalnız ruhbânlıkla gidilebilir düşüncesini gönüllerden çıkardı. Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’înin ve Tebe-i tâbi’înin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” zemânı olan ikiyüz sene içinde yaşıyanlar, bu hadîs-i şerîflerin, papasların bozuk sözlerini çürütmek için söylendiğini biliyorlardı. Bu zemân geçince, insanın hâline göre, bekârlığın da, evliliğin de iyi olduğunu bildiren hadîs-i şerîfler meydâna çıkdı. Resûl “aleyhisselâm”, (İkiyüz yılından sonra, sizin en iyiniz, hafîfülhâz olandır) buyurdu. Hafîfülhâz nedir dediklerinde, (Zevcesi ve çocuğu olmıyandır) buyurdu.
Bişr-i Hâfî, Bâyezîd-i Bistâmî ve Ebül-Hüseyn Nûrî gibi büyük âlimler bekâr idi. Hicretin ikiyüz senesinden sonra gelenler arasında, bunların ve bunlar gibi olanların şereflerini, üstünlüklerini, bu hadîs-i şerîf haber vermekdedir.
2. ci sebeb: Eshâb-ı kirâm, Tâbi’în ve Tebe-i tâbi’în, en hayrlı, en iyi bir zemânda yaşadıkları için, îmânları, sabrları, zühdleri ve tevekkülleri çok kuvvetli, pek kıymetli idi. (Zemânların en hayrlısı, benim asrımdır. Ondan sonra kıymetli olan, benim asrımdan sonra gelen asrdır. Dahâ sonra kıymetlisi, onlardan sonra gelen asrın müslimânlarıdır. Bunlardan sonra, yalancılık yayılır. Şâhid olmaları istenmediği hâlde, yalancı şâhidlik yapılır) hadîs-i şerîfi, onları medh etmekdedir. O büyükler, Resûlullahın sohbetinde bulunmakla, Ona yakın olmakla, zühdleri, tevekkülleri ve rızâları artdığı için, evlendikleri zemân, nefsleri islâmiyyetin beğenmediği sebeblere bağlanmaz, harâm kazanmağa eğilmezdi. Sonra gelenler ise, böyle olmadı.
3. cü sebeb: Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem”, peygamberlik nûru ile ve doğru firâseti ile biliyordu ki, islâm dînini, islâm milletini, dünyâya, Eshâb-ı kirâm ve Tâbi’în ve Tebe-i tâbi’în “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” yayacakdır. Îmân kal’asını koruyacakların ve dîn-i islâmı yayacak olanların çoğalması için ve onlar ile dînin kuvvetlenmesi için, nikâh yapmağı, ya’nî evlenmeği teşvîk buyurdu.
Bu üç sebebden dolayı, Sahâbe-i kirâm ve Tâbi’în ve Tebe-i tâbi’în “aleyhimürrıdvân” zemânlarında, evlenmek lâzım geliyordu. Bunlardan sonra gelenlerin ise, bekâr kalması da iyi idi. Bunun içindir ki, Süfyân-ı Sevrî “rahmetullahi aleyh”, yukarıda yazılı hadîs-i şerîfi işitince, (Vallahi, bekâr kalmak, şimdi halâldir) dedi. Bişr-i Hâfîye sordular ki, (Niye evlenmiyorsun?). (Öyle nefsim var ki, önce, onu boşamağa uğraşıyorum. Ona başkasını nasıl ekleyebilirim?) buyurdu.
Şimdi, halâl lokma bulmak azaldı. Harâmdan kendini kurtarmak güçleşdi. Başkasının da harâma düşmesine ön ayak olmak, dîne de, akla da uyar birşey değildir. Bununla berâber, bir kimsenin şehveti azarsa, oruc tutarak, ateşini azaltmağa çalışsın. Oruc ile kuvvetini kıramazsa, bunun nikâh etmesi, ya’nî evlenmesi farz olur. [Zulm etmek korkusu varsa, bunun evlenmesi tahrîmen mekrûh olur. Açık gezen, mahrem yerlerini erkeklere teşhîr eden aşağı kadınların arasına düşerek, nefslerine aldanmakdan, harâm işlemekden korkanların da bir afîf, temiz müslimân kız bulup evlenmesi farz olur. Böyle sıkışık durumda olmıyan genclerin, ilm ve ahlâk edinmek için çalışması, ancak hayz ve nifâs bilgilerini öğrendikden sonra evlenmesi uygun olur.] Evlenme vakti gelmesi için önce, islâmiyyeti öğrenmek, nefsi, islâmiyyete uyar hâle getirmek, gönül sâhibi olmak, rüşdü, aklı olgunlaşmak lâzımdır. Ondan sonra, sünneti yerine getirmek niyyeti ile evlenir. Edebi, hayâsı, ahlâkı olan, dînini, îmânını, islâmın şartlarını öğrenmiş, islâmiyyete uyan, sokakda islâmiyyetin emr etdiği gibi örtünen bir kızla nikâhlanır. İffet sâhibi, dînini kayıran bir kız aramalıdır. Malı çok, güzelliği çok olanı aramamalıdır. Mal için, güzellik için, iffeti ve salâhı elden kaçırmamalıdır. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Kadın, yâ malı için veyâ güzelliği için, yâhud dîni için alınır. Siz dîni olanı alınız! Malı için alan, malına kavuşamaz. Yalnız cemâl için alan, cemâlinden mahrûm kalır). (Din ile cemâl birlikde olması çok iyi olur. Müslimân kızın kâfir erkekle evlenmesi câiz değildir. Kâfir erkekle evlenmeğe niyyet edince mürted olur. İki kâfir birbiri ile evlenmiş olur. Her ikisinin de îmân etmeleri ve yeniden nikâhlanmaları lâzım olur.)
Nikâhdan önce kızı görmek sünnetdir ve iyi geçinmeği sağlar. Sâliha, iyi huylu, çocuğu olan bir sülâleden ve asîl âile kızı aramalıdır. Dört kadından kaçınmalı demişlerdir:
1 — Dul olup, eski zevci yanında râhat yaşamışdır. O râhat günleri hâtırladıkca, ah, of çekmekdedir.
2 — Malı ile, mevkı’ı ile, babası ile öğünüp, başa kakan almamalı.
3 — Kocasının malını, kendi akrabâsına, tanıdıklarına dağıtan kızı almamalı.
4 — Kötü huy ve iffetsizlik ile adı çıkıp, kendini ve kocasını dillere düşüren kadından kaçınmalıdır. (Gübrelikde biten gülleri koklamayınız!) hadîs-i şerîfi, südü bozuk, ahlâksızlarla evlenmeği yasak etmekdedir. [Buhârâda Ahmed bin Hafs isminde bir genç evlenmişdi. Birinci gecesi, kız buna, (Hayz ilmini öğrendin mi?) dedi. Hayır deyince, kız (Allahü teâlâ, Kendinizi ve emrinizde olanları ateşden koruyun! buyurdu. Câhil olan nasıl koruyabilir?) dedi. Bu söz gence hoş geldi. Zevcesini Allaha emânet ederek, Mervde onbeş sene ilm tahsîl edip imâm-ı Muhammedden de ders aldı. Altı senede de bunları ezberledi. Âlim olarak, zevcesinin yanına döndü. Hocası, buna Ebû Hafs-i kebîr “rahmetullahi teâlâ aleyh” ismini koydu.]
Nikâhlanmak istiyen, birkaç def’a istihâre etmeli. Hak teâlâya sığınmalı. Nefsin ve kötü kimselerin araya katılmasından koruması için, yalvarmalıdır.
Nikâhın dört mezhebe de uygun yapılmasına çalışmalıdır. Şâfi’î ve Hanbelî ve Mâlikî mezheblerinde nikâhın doğru olması için, birinci şart, bâliga olan kıza da velînin izn vermesi lâzımdır. Velî, lugatda, dost demekdir. Akâid bilgisinde ârif-i billah demekdir. Fıkhda ise, erkek akrabâdır. Velî bu üç mezhebde babadır. Baba yoksa, babanın babası ve onun babasıdır. Bunlardan sonra, erkek kardeşdir. Bundan sonra, erkek kardeş oğlu, sonra onun oğludur. Sonra amca, sonra amca oğlu ve onun oğludur. Bunlar yoksa, kâdî [ya’nî Kur’ân-ı kerîme göre yaşayan âdil bir hâkim] velî olur. Nikâhda velî, mîrâs sırasına göredir. Ancak Şâfi’î mezhebinde oğul ve onun oğlu velî olmaz. İmâm-ı Muhammede göre ve Hanbelî mezhebinde, babadan ve dedelerden sonra, Şeyhayna göre ise bunlardan önce oğul ve torun velî olur. Hanefîde, âkıl ve bâlig olan kıza velînin izn vermesi şart değildir. Bâliga kızdan, nikâhdan önce izn istemek müstehabdır. İzn verilen, vekîl olmuş olur. İznsiz yapılan nikâhdan sonra kızın kabûl etmesi ise şartdır. Kız râzı olmazsa, nikâh sahîh olmaz. Kadını, kendisi veyâ vekîli yâhud velîsi evlendirir. [Erkek velîleri bulunmıyan yetîmleri, Hanefî mezhebinde, anaları tezvîc edebilir.]
Nikâhın ikinci şartı, Hanefî mezhebinde, [fıskı belli olsa da] îcâb ve kabûl yapılırken, âkıl ve bâlig müslimân iki erkek veyâ bir erkekle iki kadın şâhid bulunmaları ve îcâb ile kabûlü işitmeleri lâzımdır. Şâfi’î ve Hanbelîde, şâhidlerin erkek olması ve fıskları belli olmaması şartdır. Hanefîde, vekîl veyâ velî ile birlikde ayrıca bir erkekle iki kadın da olabilir. Mâlikî mezhebinde, şâhid lâzım olmayıp, velînin bulunması ve nikâhın i’lân edilmesi, tanıdıklara bildirilmesi şartdır.
Nikâhın üçüncü şartı, îcâb ve kabûldür. Ya’nî sözleşmedir. Şâfi’î ve Hanbelî mezheblerinde, iki erkek (nikâh veyâ zevc, zevce) kelimelerini veyâ bu ma’nâda olan başka kelimeleri kullanarak, sözleşme yapar. Erkeğin biri dâmâd veyâ vekîli, ikincisi kızın velîsi veyâ vekîlidir. Bu iki mezhebde, bâkire değilse, kadının izn vermesi de şartdır.
(Ni’met-i islâm)da diyor ki, (Hanefî mezhebinde, hür ve bâlig erkekle kadın, iki şâhid yanında evlenebildikleri gibi, birinin veyâ ikisinin de vekîlleri, bunların nikâhlarını yapabilir. Vekîlin müslimân, âkıl ve temyîz edici olması şartdır. Bâlig ve erkek olması şart değildir. Vekîl yaparken, şâhide lüzûm yokdur. Bunun için, zevce zevcine, (Beni herne zemân boşarsan, beni kendine tezvîce seni vekîl etdim) der, zevc de kabûl ederse, bir bâin talâk ile boşayınca, iki şâhid yanında, (Boşadığım filâneyi kendime nikâh etdim) derse, nikâh sahîh olur. [Meşhûr tecdîd-i îmân ve tecdîd-i nikâh düâsını cemâ’at ile okumak bu hükme dayanmakdadır.] Vekîl eden de bulunduğu zemân, vekîl şâhid yerine geçer. Kız hâzır olunca, bunun velîsi de, şâhid yerine geçer. Bir baba, kızı yok iken, onu mehrsiz nikâh etse, sonra söyleyince, kızı susarsa, sahîh ve mehr-i misl lâzım olur. Bir kimse iki tarafın da, velîsi veyâ vekîli yâhud birine velî, ötekine vekîl yâhud bir tarafdan asîl, öte tarafdan velî yâhud bir tarafdan asîl, öte tarafdan vekîl olabilir. İstediğini yap denilen vekîl, başkasını vekîl yapabilir. Bâlig olmıyan çocuğu, velîlerinden yakın olanı nikâhlar. Velî, asebelerdir. Asebe yoksa, ana velî olur. Vekîl olmıyan birinin [meselâ bâlig erkek veyâ kızın velîlerinden birinin veyâ yabancının] yapdığı nikâhı, asîl olan işitince red etmezse, sahîh olur. Çocuk bâlig olunca, baba ve dededen başka velîlerin yapdıkları nikâhı red edebilir).
ŞİMDİ İMAMIN DEDİKLERİ BUNLAR DEDİKTEN SONRA HUTBEYE ÇIKIP OKUDUĞU HUTBE İMAM-IN KONUŞTUKLARININ TEZATI...DİYANETİN HUTBESİ ....
Tarih : 09.10.2009
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُم ْأَزْوَاجاً لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
EVLİLİK ve BOŞANMA
Muhterem Müslümanlar!
Sağlam bir toplum oluşturmak, bireylerin huzur ve mutluluğunu temin temek kadar önemlidir. Bu nedenle dinimiz, insanın ilk öğretim ocağı olan ve toplumun temeli sayılan aile müessesesine ayrı bir önem vermiştir. Müslümanların evlenip, yuva kurmalarını, toplumun huzuru ve neslin devamı için evlilik müessesesini sağlam temeller üzerine bina etmesini istemiştir.
Evlilik yoluyla, kadınla erkek arasında köklü, güçlü ve sürekli bir bağ kurulur. Nitekim ayet-i kerimede: “Kendileri ile huzur bulasınız diye, sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. (Rum, 30/21) “..Onlar size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz..”(Bakara, 2/187) buyurularak, eşlerin birbirlerini tamamlayan bir bütün olduğu ve aile yuvasının sevgi, saygı ve merhamet temeline dayanması gerektiği ifade edilmiştir.
Aziz Mü’minler!
İslam dinine göre, geçici olarak ortaya çıkan evlilikler uygun olmadığı gibi, nikahsız birliktelikler de asla tasvip edilmemiştir. Çünkü evlilik/nikah ciddi bir müessese olup, dinî, hukukî, ahlakî ve sosyal manada ciddiyet ve devamlılık gerektiren bir akittir. Nikâh kıyıldığında dinen evlilik hayatı başlar ve eşler arasında bir takım haklar tahakkuk eder. Günümüzde bu haklar, evlilik; resmen tescil ettirilmeksizin korunamadığından, evlenecek kişilerin resmi nikâh kıyılmadan, dini nikâh kıydırmaları kanunen yasak olduğu gibi dinen de sakıncalıdır. Bu nedenle evlenmek isteyen kimselerin, önce resmi muamele yaptırmaları gerekir. Ayrıca bu tür evliliklerde kadın çoğunlukla mağdur olmakta ve ortaya telafisi mümkün olmayan çok ciddi sorunlar çıkmaktadır.
Değerli Müminler!
Kurulan yuvaların güven, huzur ve mutluluk içinde devam etmesi, hem fertler ve hem de toplumlar açısından hayati öneme sahiptir. Ancak bununla birlikte her ailede, bireyler arasında zaman zaman bazı anlaşmazlıklar ortaya çıkabilir. Bu gibi durumlarda kişiler; aile içi problemlerini dinimizin sevgi, saygı, merhamet prensipleri doğrultusunda ve aile fertlerinin birbirlerine karşı sorumluluklarını yerine getirerek çözüme kavuşturmaya çalışmalıdır. Ancak evlilik ile amaçlanan dünyevi ve uhrevi yararlar ortadan kalkar, şiddetli geçimsizlik, nefret, huzursuzluk, hak ve hukuka riayet edilmemesi gibi problemler ortaya çıkar ve kadınla erkeğin bir arada yaşaması imkânsız hale gelirse, bu durumda eşlerin boşanmaları da bireysel bir haktır. Bu sebeple evliliğin devam ettirilememesi durumlarında, boşanma bir çıkar yol olmakla birlikte, en son başvurulması gereken bir çaredir. Nitekim sevgili Peygamberimiz, "Allâh katında en sevimsiz helâl, boşanmadır" buyurmuşlardır. (Ebû Dâvûd, Talâk, 3). Çünkü aile bağlarında başlayan çözülme, toplumun da çözülmesine sebep olacaktır. Bu nedenle eşler/taraflar, hayatın tüm sıkıntı ve problemlerine karşı el ele verip, birlikte göğüs gererek çözmeye çalışmalı ve birbirlerine karşı sorumluluklarını yerine getirmelidir. Boşanmadan önce eşler hem çocukların hem de toplumun geleceği için tüm çözüm yollarını denemelidir.
Kur'ân-ı Kerim'de de, evliliğin devam ettirilmesi için fedâkarlıkta bulunulması, hoşnutsuzluk ve geçimsizlik durumlarında tarafların meselelerini konuşarak halletmeleri öğütlenmiş; aralarındaki anlaşmazlık daha ileri safhaya ulaştığında, kadının ve erkeğin ailelerinden seçilen hakemler vasıtasıyla eşler arasındaki anlaşmazlığın giderilmesi yolu tavsiye edilmiştir. Bunun yanı sıra bütün anlaşma yolları kapanmış ve evlilik hayatının sürdürülmesi imkansız hale gelmişse, bu takdirde ancak boşanmaya izin verilmiştir.
Diğer taraftan dinimizde evlenme ve boşanma belli kurallara bağlanmıştır. Bunların dünyevi çıkar için ya da karşı tarafa tehdit ve baskı aracı olarak kullanılması asla uygun görülmemiştir.
Muhterem Müslümanlar!
Boşanma, eşler için mutsuz bir evliliği sonlandırmak olsa da ailenin yıkımı demektir. Ayrılmanın kaçınılmaz ve gerekli olduğu durumlarda bile boşanmayla sorunlar bitmeyebilir. Boşanma, eşleri ekonomik yönden sarsar, ruhsal yönden örseler; sosyal konumlarını olumsuz yönde etkiler. Yuvanın dağılmasından en büyük zararı ise çocuklar ve toplum görür. Böyle üzücü sonuçlar yaşamamak için Kur’an-ı Kerim’in bu konuda ortaya koyduğu değerlere ve Hz. Peygamberin tavsiyelerine kulak vermeli, yuvalarımızda sevgi ve şefkati hakim kılmalıyız.
Hazırlayan
Dr. Ülfet GÖRGÜLÜ
Merkez Vaizesi
ŞİMDİ İSLAMİ NİKAH NASIL KIYILIR ONU YAZALIM ARDINDANDA FARZI-VACİBİ-SÜNNETİNİN FIKIH KİTAPLARINDAKİ YERİNİ İZAH EDELİM... TABİİİ KİTABULLAHDAN BİZDEN DEĞİL... HAŞA BİZ CAHİLİZ BİZ ARAŞTIRMACIYIZ YAZILANLARI OKUDUKLARIMIZI YAZARIZ...
Dini nikah nasıl kıyılır?
Hıristiyanların nikahlarını, kilisede papazlar kıydığı halde, papaz nikahı denmiyor. Nikah kıymasını bilen her Müslüman, her yerde nikah kıyabilir, Yani Camide olması da şart değildir. İmamın kıyması da, şart değildir. Doktor kıyarsa, doktor nikahı, mühendis kıyarsa, mühendis nikahı denmeyeceği gibi, imam kıyınca da, imam nikahı denmez. Normal adı, nikahtır. Resmi nikah muamelesi ile karışmaması için, dini nikah deniyor. Yoksa nikah, namaz gibi dinin bir emridir. Dini namaz veya imam namazı diye bir namaz olmadığı gibi, imam nikahı da olmaz. Sadece, belediyede yapılan nikah işlemleri ile karışmaması için dini nikah demeli, imam nikahı dememelidir.
Nikah şöyle kıyılır
Nikah yapacak efendi, önce zevcenin adını, Mesela Fatıma bint-i Ahmed yazar.
Sonra zevcenin vekilini, Mesela Ali bin Zeyd yazar.
Sonra iki erkek şahidin adını yazar. Sonra zevcin adını, Mesela Ömer bin Hüseyin diye yazar.
Sonra, zevc yoksa zevcin vekilinin adını yazar.
Sonra, iki tarafa sorarak, uyuştukları mehr-i müecceli ve mehr-i muacceli yazar.
Sonra, istiğfar okur. Euzü Besmele okur.
(Elhamdü lillahillezî zevvecel ervâha bil eşbâh ve ehallennikâha ve harremessifâh. Vessalâtü vesselâmü alâ resûlinâ Muhammedinillezî beyyenel-harâme vel-mubâh ve alâ Âlihi ve Eshâbi-hillezîne hüm ehlüssalâhi velfelâh) der.
Euzü Besmele çekip, Nur suresinin otuzikinci âyetini okur. (Sadakallahül’azîm) deyip, (Kâle Resûlullah, sallallahü aleyhi ve sellem, “En-nikâhü sünnetî femen ragibe an sünnetî feleyse minnî” sadaka Resûlullah. Bismillâhi ve alâ sünnet-i resûlillah) der.
Sonra zevcenin vekiline dönüp
(Allahü teâlânın emri ve Peygamber efendimizin sünneti ile ve amelde mezhebimizin imamı, imam-ı a’zam Ebu Hanife hazretlerinin ictihadı ile ve hazır olan Müslümanların şehadetleri ile, vekili olduğun Fatıma bint-i Ahmedi, şu kadar altın mehr-i müeccel ve şu kadar altın muaccel ile, talibi olan Ömer bin Hüseyine tezvice, vekaletin hasebi ile, verdin mi?) der.
Sonra zevcin vekiline dönüp, yine (Bismillahi ve alâ)dan başlayıp okur. Sen dahi, Fatıma bint-i Ahmedi, şu kadar altın mehr-i müeccel ve aralarında malum olan mehr-i muaccel ile, vekili olduğun Ömer bin Hüseyine, vekaletin hasebi ile, aldın mı?) der.
[Zevcin kendisi varsa, bunları kendisine sorar.]
Her ikisine üçer kere sorar ve cevap alır. Ben dahi akd-i nikah ettim der. Sonra, şu duayı okur:
(Allahümmec’al hâzel akde meymûnen mubâreken vec’al beyne-hümâ ülfeten ve mehabbeten ve karârâ ve lâ tec’al beyne-hümâ nefreten ve fitneten ve firârâ. Allahümme ellif beynehümâ kemâ ellefte beyne Âdeme ve Havvâ. Ve kemâ ellefte beyne Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Hadîce-tel-kübrâ ve Âişe-te ümm-il mü’minîne “radıyallahü anhümâ”. Ve beyne Alîyyin “radıyallahü anh” ve Fâtıma-tez-zehrâ “radıyallahü anhâ”. Allahümme a’ti le-hümâ evlâden sâlihan ve ömren tavîlen ve rızkan vâsi’an. Rabbenâ heb lenâ min ezvâcinâ ve zürriyyâtinâ kurrete a’yünin vec’alnâ lil müttekîne imâmâ. Rabbenâ âtinâ fiddünyâ haseneten ve fil âhıreti haseneten ve kına azabennâr. Sübhâne rabbike rabbil’ızzeti ammâ yesıfûn ve selâmün alel mürselîn velhamdülillahi rabbil’âlemin. El fatiha.) denir.
ve islami nikahta tamamlammis olur.
Nikâhlanmak, evlenmek demekdir. (Tatlîk) boşanmak demekdir.
(Menâhic-ül-ibâd) kitâbında, islâm nikâhını şöyle yazmakdadır:
Yedinci fasl, evlenmek edeblerini bildirmekdedir. Nass ve haberler, evlenmenin dahâ iyi olduğunu bildirdiği gibi, bekâr kalmanın dahâ iyi olduğu da bildirilmekdedir. İnsanlar, zemânlar ve hâller başka başka olduğu için, haberler de, başka başka olmuşdur. Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’înin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” zemânları ve hâlleri, evlenmenin dahâ iyi olduğunu gösteriyordu. Bunda, üç sebeb vardı:
1. ci sebeb: Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında, dünyâyı hıristiyanlık kaplamışdı. Îsâ aleyhisselâmın rûhâniyyeti dahâ çok olduğu için, onun eshâbının ve ümmetinin hâline ve zemânına, bekârlık, ruhbânlık, yalnızlık yakışırdı. Papaslar, herkese râhib olmağı, yalnız yaşamağı emr ediyordu. Allah yolunda bulunabilmek ve Allahü teâlâya yaklaşabilmek, ancak ruhbânlıkla, ya’nî evlenmemekle olur sanıyorlardı. Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem”, rûhî ve maddî hakîkatlerin, üstünlüklerin hepsini kendinde topladığı için, Onun Eshâbına ve ümmetine, yalnızlık da, çokluk da, bekârlık da, evlilik de fâideli olmakdadır. Bunlara her ikisi de ve ikisi arasındaki orta hâl de yakışmakdadır. Papaslar herkese ruhbânlığı, yalnız, bekâr yaşamağı emr etdiğinden, bunu önlemek için Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshâbının, bekâr yaşamasını yasak etdi. (İslâmiyyetde ruhbânlık yokdur) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde de, (Nikâh yapmak, benim sünnetimdir. Sünnetimi yapmıyan kimse, benden değildir) buyurdu. Dahâ nice hadîs-i şerîfler, zihnlerdeki yanlış fikrleri kaldırdı. Allahü teâlânın yolunda, yalnız ruhbânlıkla gidilebilir düşüncesini gönüllerden çıkardı. Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’înin ve Tebe-i tâbi’înin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” zemânı olan ikiyüz sene içinde yaşıyanlar, bu hadîs-i şerîflerin, papasların bozuk sözlerini çürütmek için söylendiğini biliyorlardı. Bu zemân geçince, insanın hâline göre, bekârlığın da, evliliğin de iyi olduğunu bildiren hadîs-i şerîfler meydâna çıkdı. Resûl “aleyhisselâm”, (İkiyüz yılından sonra, sizin en iyiniz, hafîfülhâz olandır) buyurdu. Hafîfülhâz nedir dediklerinde, (Zevcesi ve çocuğu olmıyandır) buyurdu.
Bişr-i Hâfî, Bâyezîd-i Bistâmî ve Ebül-Hüseyn Nûrî gibi büyük âlimler bekâr idi. Hicretin ikiyüz senesinden sonra gelenler arasında, bunların ve bunlar gibi olanların şereflerini, üstünlüklerini, bu hadîs-i şerîf haber vermekdedir.
2. ci sebeb: Eshâb-ı kirâm, Tâbi’în ve Tebe-i tâbi’în, en hayrlı, en iyi bir zemânda yaşadıkları için, îmânları, sabrları, zühdleri ve tevekkülleri çok kuvvetli, pek kıymetli idi. (Zemânların en hayrlısı, benim asrımdır. Ondan sonra kıymetli olan, benim asrımdan sonra gelen asrdır. Dahâ sonra kıymetlisi, onlardan sonra gelen asrın müslimânlarıdır. Bunlardan sonra, yalancılık yayılır. Şâhid olmaları istenmediği hâlde, yalancı şâhidlik yapılır) hadîs-i şerîfi, onları medh etmekdedir. O büyükler, Resûlullahın sohbetinde bulunmakla, Ona yakın olmakla, zühdleri, tevekkülleri ve rızâları artdığı için, evlendikleri zemân, nefsleri islâmiyyetin beğenmediği sebeblere bağlanmaz, harâm kazanmağa eğilmezdi. Sonra gelenler ise, böyle olmadı.
3. cü sebeb: Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem”, peygamberlik nûru ile ve doğru firâseti ile biliyordu ki, islâm dînini, islâm milletini, dünyâya, Eshâb-ı kirâm ve Tâbi’în ve Tebe-i tâbi’în “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” yayacakdır. Îmân kal’asını koruyacakların ve dîn-i islâmı yayacak olanların çoğalması için ve onlar ile dînin kuvvetlenmesi için, nikâh yapmağı, ya’nî evlenmeği teşvîk buyurdu.
Bu üç sebebden dolayı, Sahâbe-i kirâm ve Tâbi’în ve Tebe-i tâbi’în “aleyhimürrıdvân” zemânlarında, evlenmek lâzım geliyordu. Bunlardan sonra gelenlerin ise, bekâr kalması da iyi idi. Bunun içindir ki, Süfyân-ı Sevrî “rahmetullahi aleyh”, yukarıda yazılı hadîs-i şerîfi işitince, (Vallahi, bekâr kalmak, şimdi halâldir) dedi. Bişr-i Hâfîye sordular ki, (Niye evlenmiyorsun?). (Öyle nefsim var ki, önce, onu boşamağa uğraşıyorum. Ona başkasını nasıl ekleyebilirim?) buyurdu.
Şimdi, halâl lokma bulmak azaldı. Harâmdan kendini kurtarmak güçleşdi. Başkasının da harâma düşmesine ön ayak olmak, dîne de, akla da uyar birşey değildir. Bununla berâber, bir kimsenin şehveti azarsa, oruc tutarak, ateşini azaltmağa çalışsın. Oruc ile kuvvetini kıramazsa, bunun nikâh etmesi, ya’nî evlenmesi farz olur. [Zulm etmek korkusu varsa, bunun evlenmesi tahrîmen mekrûh olur. Açık gezen, mahrem yerlerini erkeklere teşhîr eden aşağı kadınların arasına düşerek, nefslerine aldanmakdan, harâm işlemekden korkanların da bir afîf, temiz müslimân kız bulup evlenmesi farz olur. Böyle sıkışık durumda olmıyan genclerin, ilm ve ahlâk edinmek için çalışması, ancak hayz ve nifâs bilgilerini öğrendikden sonra evlenmesi uygun olur.] Evlenme vakti gelmesi için önce, islâmiyyeti öğrenmek, nefsi, islâmiyyete uyar hâle getirmek, gönül sâhibi olmak, rüşdü, aklı olgunlaşmak lâzımdır. Ondan sonra, sünneti yerine getirmek niyyeti ile evlenir. Edebi, hayâsı, ahlâkı olan, dînini, îmânını, islâmın şartlarını öğrenmiş, islâmiyyete uyan, sokakda islâmiyyetin emr etdiği gibi örtünen bir kızla nikâhlanır. İffet sâhibi, dînini kayıran bir kız aramalıdır. Malı çok, güzelliği çok olanı aramamalıdır. Mal için, güzellik için, iffeti ve salâhı elden kaçırmamalıdır. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Kadın, yâ malı için veyâ güzelliği için, yâhud dîni için alınır. Siz dîni olanı alınız! Malı için alan, malına kavuşamaz. Yalnız cemâl için alan, cemâlinden mahrûm kalır). (Din ile cemâl birlikde olması çok iyi olur. Müslimân kızın kâfir erkekle evlenmesi câiz değildir. Kâfir erkekle evlenmeğe niyyet edince mürted olur. İki kâfir birbiri ile evlenmiş olur. Her ikisinin de îmân etmeleri ve yeniden nikâhlanmaları lâzım olur.)
Nikâhdan önce kızı görmek sünnetdir ve iyi geçinmeği sağlar. Sâliha, iyi huylu, çocuğu olan bir sülâleden ve asîl âile kızı aramalıdır. Dört kadından kaçınmalı demişlerdir:
1 — Dul olup, eski zevci yanında râhat yaşamışdır. O râhat günleri hâtırladıkca, ah, of çekmekdedir.
2 — Malı ile, mevkı’ı ile, babası ile öğünüp, başa kakan almamalı.
3 — Kocasının malını, kendi akrabâsına, tanıdıklarına dağıtan kızı almamalı.
4 — Kötü huy ve iffetsizlik ile adı çıkıp, kendini ve kocasını dillere düşüren kadından kaçınmalıdır. (Gübrelikde biten gülleri koklamayınız!) hadîs-i şerîfi, südü bozuk, ahlâksızlarla evlenmeği yasak etmekdedir. [Buhârâda Ahmed bin Hafs isminde bir genç evlenmişdi. Birinci gecesi, kız buna, (Hayz ilmini öğrendin mi?) dedi. Hayır deyince, kız (Allahü teâlâ, Kendinizi ve emrinizde olanları ateşden koruyun! buyurdu. Câhil olan nasıl koruyabilir?) dedi. Bu söz gence hoş geldi. Zevcesini Allaha emânet ederek, Mervde onbeş sene ilm tahsîl edip imâm-ı Muhammedden de ders aldı. Altı senede de bunları ezberledi. Âlim olarak, zevcesinin yanına döndü. Hocası, buna Ebû Hafs-i kebîr “rahmetullahi teâlâ aleyh” ismini koydu.]
Nikâhlanmak istiyen, birkaç def’a istihâre etmeli. Hak teâlâya sığınmalı. Nefsin ve kötü kimselerin araya katılmasından koruması için, yalvarmalıdır.
Nikâhın dört mezhebe de uygun yapılmasına çalışmalıdır. Şâfi’î ve Hanbelî ve Mâlikî mezheblerinde nikâhın doğru olması için, birinci şart, bâliga olan kıza da velînin izn vermesi lâzımdır. Velî, lugatda, dost demekdir. Akâid bilgisinde ârif-i billah demekdir. Fıkhda ise, erkek akrabâdır. Velî bu üç mezhebde babadır. Baba yoksa, babanın babası ve onun babasıdır. Bunlardan sonra, erkek kardeşdir. Bundan sonra, erkek kardeş oğlu, sonra onun oğludur. Sonra amca, sonra amca oğlu ve onun oğludur. Bunlar yoksa, kâdî [ya’nî Kur’ân-ı kerîme göre yaşayan âdil bir hâkim] velî olur. Nikâhda velî, mîrâs sırasına göredir. Ancak Şâfi’î mezhebinde oğul ve onun oğlu velî olmaz. İmâm-ı Muhammede göre ve Hanbelî mezhebinde, babadan ve dedelerden sonra, Şeyhayna göre ise bunlardan önce oğul ve torun velî olur. Hanefîde, âkıl ve bâlig olan kıza velînin izn vermesi şart değildir. Bâliga kızdan, nikâhdan önce izn istemek müstehabdır. İzn verilen, vekîl olmuş olur. İznsiz yapılan nikâhdan sonra kızın kabûl etmesi ise şartdır. Kız râzı olmazsa, nikâh sahîh olmaz. Kadını, kendisi veyâ vekîli yâhud velîsi evlendirir. [Erkek velîleri bulunmıyan yetîmleri, Hanefî mezhebinde, anaları tezvîc edebilir.]
Nikâhın ikinci şartı, Hanefî mezhebinde, [fıskı belli olsa da] îcâb ve kabûl yapılırken, âkıl ve bâlig müslimân iki erkek veyâ bir erkekle iki kadın şâhid bulunmaları ve îcâb ile kabûlü işitmeleri lâzımdır. Şâfi’î ve Hanbelîde, şâhidlerin erkek olması ve fıskları belli olmaması şartdır. Hanefîde, vekîl veyâ velî ile birlikde ayrıca bir erkekle iki kadın da olabilir. Mâlikî mezhebinde, şâhid lâzım olmayıp, velînin bulunması ve nikâhın i’lân edilmesi, tanıdıklara bildirilmesi şartdır.
Nikâhın üçüncü şartı, îcâb ve kabûldür. Ya’nî sözleşmedir. Şâfi’î ve Hanbelî mezheblerinde, iki erkek (nikâh veyâ zevc, zevce) kelimelerini veyâ bu ma’nâda olan başka kelimeleri kullanarak, sözleşme yapar. Erkeğin biri dâmâd veyâ vekîli, ikincisi kızın velîsi veyâ vekîlidir. Bu iki mezhebde, bâkire değilse, kadının izn vermesi de şartdır.
(Ni’met-i islâm)da diyor ki, (Hanefî mezhebinde, hür ve bâlig erkekle kadın, iki şâhid yanında evlenebildikleri gibi, birinin veyâ ikisinin de vekîlleri, bunların nikâhlarını yapabilir. Vekîlin müslimân, âkıl ve temyîz edici olması şartdır. Bâlig ve erkek olması şart değildir. Vekîl yaparken, şâhide lüzûm yokdur. Bunun için, zevce zevcine, (Beni herne zemân boşarsan, beni kendine tezvîce seni vekîl etdim) der, zevc de kabûl ederse, bir bâin talâk ile boşayınca, iki şâhid yanında, (Boşadığım filâneyi kendime nikâh etdim) derse, nikâh sahîh olur. [Meşhûr tecdîd-i îmân ve tecdîd-i nikâh düâsını cemâ’at ile okumak bu hükme dayanmakdadır.] Vekîl eden de bulunduğu zemân, vekîl şâhid yerine geçer. Kız hâzır olunca, bunun velîsi de, şâhid yerine geçer. Bir baba, kızı yok iken, onu mehrsiz nikâh etse, sonra söyleyince, kızı susarsa, sahîh ve mehr-i misl lâzım olur. Bir kimse iki tarafın da, velîsi veyâ vekîli yâhud birine velî, ötekine vekîl yâhud bir tarafdan asîl, öte tarafdan velî yâhud bir tarafdan asîl, öte tarafdan vekîl olabilir. İstediğini yap denilen vekîl, başkasını vekîl yapabilir. Bâlig olmıyan çocuğu, velîlerinden yakın olanı nikâhlar. Velî, asebelerdir. Asebe yoksa, ana velî olur. Vekîl olmıyan birinin [meselâ bâlig erkek veyâ kızın velîlerinden birinin veyâ yabancının] yapdığı nikâhı, asîl olan işitince red etmezse, sahîh olur. Çocuk bâlig olunca, baba ve dededen başka velîlerin yapdıkları nikâhı red edebilir).