Yaratıcının en büyük projesi insan ve oruç
Gönderilme zamanı: 26 Ağu 2010 12:13
Oruç tutan insan ‘Ya Rabbi işte görüyorsun. Senin hatırın için ,değil haramdan uzak durmak, bana helal kıldıklarından bile elimi çekiyorum. Yasağına uyuyor elimi uzatmıyorum!” diyerek, Ademiyetin zirvesine çıkıyor.
Oruç! İnsan makinesini rektifiye(yenileme) eden yegâne faaliyet… O ne kadar övülse azdır.
Riya ve gösterişin içine giremediği azametli kulluk vesilesi aynı zamanda…
Cenab-ı Hak, ‘İnsanoğlu’nun, her ameli kendisi içindir. Oruç müstesna. O benim içindir. Ücretini de ben vereceğim!” buyurur.
Bütün maddi ve manevi ücretlerimiz ALLAH tarafından verildiğine göre, oruç için ayrıca “onun ücretini de ben veririm” şeklindeki özel vurgu yapması gösteriyor ki ‘oruc’un, insanı, yaradılış maksadına taşıma noktasında önemli bir fonksiyonu var. Çünkü oruç, Cenab-ı Hakk’ın insan hakkındaki takdirinin, tezahürüdür.
Cenab-ı Hak insanı yaratmak istediğinde, melaike ve İblis, bu topraksı hayvanın; pis, murdar ve üst bilinç varlıklar için tahammül edilmesi imkânsız şeyler yemesinden dolayı İlahi temizlik ve nezahete yakışmayacağını zannederek onun yaratılmasına itiraz ettiler.
“Ya rabbi bu pis, kokuşmaya, kirlenmeye açık varlığı nasıl kendine muhatap seçersin. Bizim gibi temiz varlıklar dururken, bu yiyen, içen ve kazurat çıkaran varlığı nasıl yüceltirsin” diye itiraz ettiklerinde Cenab-ı Hak, “Onun hakkında sizin bilmediklerinizi de bilirim” diyerek insanı övdü.
Esasında da insan, Yaratıcının en büyük projesidir; Hayata en kabiliyetsiz topraktan, Rububiyete en layık varlığı var etme projesi.
Evet, biz, topraktan var edilmiş her mahlûk gibi kokarız, kokuşuruz, dağılır tefessüh ederiz. Leşimiz kokar, vücudumuzdan sadır olan her atık pistir. Melaike ve şeytanlar açısından tahammül edilemeyecek kadar ağır ve pis kokuyoruz. Haram ve helallere uymayan bir insan ile yaşamak zorunda olan melaikenin hali, tiril tiril elbiseleri ve hoş kokulu bir insanın domuz ağılındaki haline benzer.
İnsan bu kadar pis bir varlıktır melaike ve üst bilinç varlıklar açısından Fakat iman o insanın içine girse ve o, Kuran vasıtasıyla kendisine önerilen faaliyetleri hakkıyla yapsa ‘misk’ olur, amber olur. Melaikeden dahi daha nezahetli ve zarif bir mahlûk olur.
İşte Oruç, şu pis kokulu kabı, ambere dönüştürme ameliyesidir. Maddi ve manevi açıdan…
Ben işin dini boyutuna girmeyeceğim. Şu kadar sevabı var, bu kadar manevi ücreti var gibi meseleleri ilmihal kitaplarına bırakıyorum. Ben orucun daha çok dünyevi pratiklerine ve faydalarına bakmaya çalışacağım.
Peygamber efendimiz, “İnsanoğlu midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır” buyurur… Bu, açık bir şekilde, sağlığımızın midemizden geçtiğini bize haber verir.
Esasında vücudumuzda, maddi ve manevi gıdaları öğütüp vücudumuza yararlı hale getirecek üç mide bulunmaktadır ama bunların her birinin sağlıklı çalışması, bildiğimiz midemize bağlıdır.
Yani nesnelerden beslenen Midemiz. Yemek içmek vs. Bir midemiz de var ki, nesneler arısı ilişkilerden beslenir (Akıl). Bir midemiz var ki, nesnelerde geçerli Esmanın manalarından ve tezahürlerinden beslenir (Kalp). Bu üç mide sağlıklı beslenmez ve sağlıklı çalışmazsa marazlar, hastalıklar, vehimler, korkular, takıntılar, sapkınlıklar yakamızı bırakmaz.
insanoğlunun başına her ne geliyorsa yediğinden içtiğindendir. Cenab-ı Hak, “İnsan yediğine baksın!” buyuruyor. Helalleri, haramları sayıyor. Bizi haramlardan sakındırıyor. Biz de onları Tanrının keyfi uygulaması sanıyoruz. Oysa o haramların hepsi, doğrudan insan bünyesine zarar veren şeylerdir.
Biz meseleleri, sürekli cennet ve cehennem penceresinden değerlendirmeye alıştırıldığımız için şu yasak ve emirlerin pratikteki hayatımız için ne anlam ifade ettiği üzerinde durmamışız. Ahreti, dünyanın bitişiğindeki bir yer gibi tahayyül etmiş ve ikisi arasında duvar örmüşüz. Metafizik tabiri de bu yanlışın bir eseridir. Cenab-ı Hakkın ilminin haricinde ve dâhilinde alanlar mı var ki fiziğin metası betası olsun.
Dünya ve ahret hayatı da öyledir. Yasak denilen şey, aslında şu fani diyarda bile cennet benzeri bir hayatı insana yaşatma denemesidir. Nitekim iman çekirdeği, içinde manevi bir cennet barındırır. Bunu hakiki iman sahipleri bilirler ve el an yaşarlar. Tıpkı, imansızlığın da, içinde cehennem azabını barındırdığı gibi…
İşte oruç, dünyada iken, cennete layık bir beden, cennete layık bir vücut, cennete layık bir hayat yaşatmak için insana yapılmış bir öneridir.
Daha doğrusu, ‘Adem’in cennette yaşadığı deneyimin bir tekrarı… Oruç, değil haramlara meyletmek, ALLAH’ın rızasına kavuşmak için helale bile el uzatmamaktır.
Hakiki anlamda nefsine oruç tutturan insan, cennetteki ‘yasak meyve’yi, ‘Havva’ya ve ‘iblislere’ rağmen yememe azmi gösteren erdir. Adem (as) gibi cennet’ten kovulmayı değil, İdris(as) gibi Cennet’e karar kılmayı başarmış demektir.
Hac’daki ihram şartları, nasıl ki ‘Adem’in, dünya üzerindeki ilk hallerinin tezahürü ise, oruç dahi cennetteki ademiyetin tezahürüdür. Yasak meyveyi yediği için dünyaya sürülmüş olan ‘adem’ kırk yıl boyunca gökyüzüne bakamadı utancından. O gadap döneminde, tek gayesi vardı. Yasaklara harfiyen uymak! İşte ihrama giren insan, Hz. Adem’in o halini bürünmüş olur.
Oruç tutan insan ise, zımnen ‘Ya Rabbi işte görüyorsun. Senin hatırın için değil haramdan uzak durmak, bana helal kıldıklarından bile elimi çekiyorum. Yasağına uyuyor elimi uzatmıyorum!” diyerek, Ademiyetin zirvesine çıkıyor. Tard edilmek yerine Ala-yi illiyine layık olduğunu gösteriyor… Bu bahis uzundur, bu kadarla yetinelim.
* * *
ÜÇ MİDENİN HİKMETİ
Gelelim üç mide meselesine. İnsan metabolizmasının nasıl işlediği artık çok iyi bilinmektedir. Midenin saat 21.00’den sonra öğütmediği, içindeki gıdaları bekletip çürüttüğü ve aside dönüştürdüğü bilinmektedir.
İnsanoğlu sürekli yiyor, yiyor, yiyor… Hayvan gibi geviş getirip yeniden öğütme imkânı da olmadığı için, zararlarından da kendini koruyamıyor. Kendi mizacına bakmadan, neyin yarayıp yaramadığına aldırmadan yiyor.
Bilirsiniz insan icadı olan motorların yakıtları farklı farklıdır. Hangi motor ne tür yakıt gerektiriyorsa onu koymaya azami gayret gösteririz. Çünkü jet yakıtı ile çalışan bir motora motorin veya benzin verilemeyeceği gibi, motorin ile çalışan motora da benzin vermenin gereği yok.
Aynen onun gibi, Cenab-ı Hak da insanları bir ve benzer gibi yaratmış ama motorları farklı farklıdır. Kimisi etçildir (0 ve B kan gurupları gibi) kimisi otçuldur, (A ve AB) gibi. A R(+,-) kurşunsuz benzin kullanan motorlar gibidir. Bunların kırmızı et yemesi, kanser dâhil her türlü bedeni hastalıklara davetiye çıkarmak gibidir.
0 ve B grupları ise adeta motorin ve dizel kullanan motorlar gibidirler. Siz motorların yakıtına dikkat ederken, kendi vücudunuzun gıdalarına dikkat etmezseniz, bunun ceremesi hastalıklar olur.
Bir doktorun yaptığı bir anket görmüştüm. Soruyor hastalarına “hastalıkların sebebi sizce nedir?” diye. Yüzde yetmişine yakını ‘ALLAH sevdiğine hastalık verir’ şeklinde cevap vermiş. Yani hastalığından ALLAH’ı mesul tutuyor. Oysa Cenab-ı Hak, ‘ALLAH, kuluna zulmü (hastalığı, fakirliği, çaresizliği, perişanlığı…) murad etmemiştir” buyuruyor. Yani o tür şeyler insanın kendi elinin etmesiyle gelir insanı bulur.
Mısır meliki Mukavkıs peygamberimize iki cariye ile birlikte bir de hazık bir doktor göndermişti, hastalarını tedavi etsin diye. Doktor, bir, bir buçuk sene kadar kaldı Medine’de. Bir gün peygamberimize geldi ve “Ey Muhammed, ben şu kadar zamandır buradayım. Kralım beni, sizin hastalarınızı tedavi edeyim diye beni göndermişti. Ben memleketimde önemli bir insanım. Fakat burada kimse bana müracaat etmiyor. Doğrusu etrafınızda hasta kimse de göremiyorum. Müsaade ederseniz, memleketime döneyim” dedi.
Peygamberimiz (ASV), ona kendisinin misafirleri olduğunu, istediği kadar kalabileceğini söyledikten sonra şöyle dedi:
“Hastalığa gelince. Evet, ben ve ashabım hasta olmayız!” Doktor şaşırdı. “Nasıl?” deyince Peygamberimiz şöyle buyurdu:
“Biz asla acıkmadan yemeyiz. Sofradan tok kalkmayız. Senede bir de hacamat (derinin alt tabakalarında biriken ve hastalıklara yol açan kirli kanı atmak için yapılan bir işlem) yaparız.
Doktor, düşündü ve “evet acıkmadan yemez ve yediğiniz zaman da midenizi tıka basa doldurmazsanız hasta olmazsınız!” dedi.
İşte oruç, davar gibi yemeye alışmış insanı, Adem gibi beslenmeye alıştırma mevsimidir.
365 gün temizlik yapmaya fırsat bulamadan misafir ağırlayan bir evi düşünün. Nasıl mezbelelik olursa, insan bedeni de zamanla öyle bir mezbeleliğe dönüşür.
O yüzden Cenab-ı Hak, kendi kereminden olarak, insana zorunlu bir emirle evini barkını temizleme, köşe bucak evi gözden geçirip kirini, pasını, tozunu ayıklama fırsatı veriyor.
Hakiki oruç tutan insanda kolesterol kalmaz, tansiyon kalmaz, vücudun birçok mekanizması düzelir. Gözenekler açılır. İnsanı, hayvaniyet bataklığında tutan haller ayıklanır ve Rahmani nimetleri hissedecek gözenekleri açılır. Beynin üzerindeki baskı azalır. Gözler kuvvet bulur.
Riyazet yapmamış veli gördünüz mü? Açlığın en yüksek mertebesini denememiş bir nebi duydunuz mu?
Peygamberimiz “Zemzemden başka yiyeceğim olmadığı halde, Kabe ile örtüsü arasında 40 gün geçirdim” buyurur.
Yani kırk gün vücuduna sudan başka bir şey almayarak, bedenini bütün hayvani atıklardan temizlemiştir. Hz. İsa’nın bilinen açlık denemesi 60 gündür. Hz. Musa dört gün için çıktığı Tur-i Sina’da kırk gün kalmış ve sudan başka hiçbir şey vücuduna girmemiştir. Hz. Davut’un kendisine has bir oruç tutma yöntemi vardır.
Evet, oruç gerçek bir temizlenme, hastalıklardan arınama ve manevi gözeneklerini açma operasyonudur. Ramazan da onun mevsimi! Ramazan kelimesinin lügat anlamı da ilginçtir. Yakan! Vücuttaki kiri pası yakan, temizleyen demektir.
Fakat biz, ramazanı, semirme; diğer zamanlarda nefsimizden esirgediğimiz gıdaları da ona verme mevsimi haline getirmişiz. Pidesiyle, pastırmasıyla, özel ramazan mönüleriyle, tedip edilmesi gereken nefsimizi daha bir şımartırız.
Sonra da oruç tuttuk deriz. Oysa siz sadece nefsinizi şımartmış oldunuz.
ALLAH hepimize, şu ibadetin hakikatine ermeyi nasıp etsin!
Amin!
Mehmet Ali BULUT
Oruç! İnsan makinesini rektifiye(yenileme) eden yegâne faaliyet… O ne kadar övülse azdır.
Riya ve gösterişin içine giremediği azametli kulluk vesilesi aynı zamanda…
Cenab-ı Hak, ‘İnsanoğlu’nun, her ameli kendisi içindir. Oruç müstesna. O benim içindir. Ücretini de ben vereceğim!” buyurur.
Bütün maddi ve manevi ücretlerimiz ALLAH tarafından verildiğine göre, oruç için ayrıca “onun ücretini de ben veririm” şeklindeki özel vurgu yapması gösteriyor ki ‘oruc’un, insanı, yaradılış maksadına taşıma noktasında önemli bir fonksiyonu var. Çünkü oruç, Cenab-ı Hakk’ın insan hakkındaki takdirinin, tezahürüdür.
Cenab-ı Hak insanı yaratmak istediğinde, melaike ve İblis, bu topraksı hayvanın; pis, murdar ve üst bilinç varlıklar için tahammül edilmesi imkânsız şeyler yemesinden dolayı İlahi temizlik ve nezahete yakışmayacağını zannederek onun yaratılmasına itiraz ettiler.
“Ya rabbi bu pis, kokuşmaya, kirlenmeye açık varlığı nasıl kendine muhatap seçersin. Bizim gibi temiz varlıklar dururken, bu yiyen, içen ve kazurat çıkaran varlığı nasıl yüceltirsin” diye itiraz ettiklerinde Cenab-ı Hak, “Onun hakkında sizin bilmediklerinizi de bilirim” diyerek insanı övdü.
Esasında da insan, Yaratıcının en büyük projesidir; Hayata en kabiliyetsiz topraktan, Rububiyete en layık varlığı var etme projesi.
Evet, biz, topraktan var edilmiş her mahlûk gibi kokarız, kokuşuruz, dağılır tefessüh ederiz. Leşimiz kokar, vücudumuzdan sadır olan her atık pistir. Melaike ve şeytanlar açısından tahammül edilemeyecek kadar ağır ve pis kokuyoruz. Haram ve helallere uymayan bir insan ile yaşamak zorunda olan melaikenin hali, tiril tiril elbiseleri ve hoş kokulu bir insanın domuz ağılındaki haline benzer.
İnsan bu kadar pis bir varlıktır melaike ve üst bilinç varlıklar açısından Fakat iman o insanın içine girse ve o, Kuran vasıtasıyla kendisine önerilen faaliyetleri hakkıyla yapsa ‘misk’ olur, amber olur. Melaikeden dahi daha nezahetli ve zarif bir mahlûk olur.
İşte Oruç, şu pis kokulu kabı, ambere dönüştürme ameliyesidir. Maddi ve manevi açıdan…
Ben işin dini boyutuna girmeyeceğim. Şu kadar sevabı var, bu kadar manevi ücreti var gibi meseleleri ilmihal kitaplarına bırakıyorum. Ben orucun daha çok dünyevi pratiklerine ve faydalarına bakmaya çalışacağım.
Peygamber efendimiz, “İnsanoğlu midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır” buyurur… Bu, açık bir şekilde, sağlığımızın midemizden geçtiğini bize haber verir.
Esasında vücudumuzda, maddi ve manevi gıdaları öğütüp vücudumuza yararlı hale getirecek üç mide bulunmaktadır ama bunların her birinin sağlıklı çalışması, bildiğimiz midemize bağlıdır.
Yani nesnelerden beslenen Midemiz. Yemek içmek vs. Bir midemiz de var ki, nesneler arısı ilişkilerden beslenir (Akıl). Bir midemiz var ki, nesnelerde geçerli Esmanın manalarından ve tezahürlerinden beslenir (Kalp). Bu üç mide sağlıklı beslenmez ve sağlıklı çalışmazsa marazlar, hastalıklar, vehimler, korkular, takıntılar, sapkınlıklar yakamızı bırakmaz.
insanoğlunun başına her ne geliyorsa yediğinden içtiğindendir. Cenab-ı Hak, “İnsan yediğine baksın!” buyuruyor. Helalleri, haramları sayıyor. Bizi haramlardan sakındırıyor. Biz de onları Tanrının keyfi uygulaması sanıyoruz. Oysa o haramların hepsi, doğrudan insan bünyesine zarar veren şeylerdir.
Biz meseleleri, sürekli cennet ve cehennem penceresinden değerlendirmeye alıştırıldığımız için şu yasak ve emirlerin pratikteki hayatımız için ne anlam ifade ettiği üzerinde durmamışız. Ahreti, dünyanın bitişiğindeki bir yer gibi tahayyül etmiş ve ikisi arasında duvar örmüşüz. Metafizik tabiri de bu yanlışın bir eseridir. Cenab-ı Hakkın ilminin haricinde ve dâhilinde alanlar mı var ki fiziğin metası betası olsun.
Dünya ve ahret hayatı da öyledir. Yasak denilen şey, aslında şu fani diyarda bile cennet benzeri bir hayatı insana yaşatma denemesidir. Nitekim iman çekirdeği, içinde manevi bir cennet barındırır. Bunu hakiki iman sahipleri bilirler ve el an yaşarlar. Tıpkı, imansızlığın da, içinde cehennem azabını barındırdığı gibi…
İşte oruç, dünyada iken, cennete layık bir beden, cennete layık bir vücut, cennete layık bir hayat yaşatmak için insana yapılmış bir öneridir.
Daha doğrusu, ‘Adem’in cennette yaşadığı deneyimin bir tekrarı… Oruç, değil haramlara meyletmek, ALLAH’ın rızasına kavuşmak için helale bile el uzatmamaktır.
Hakiki anlamda nefsine oruç tutturan insan, cennetteki ‘yasak meyve’yi, ‘Havva’ya ve ‘iblislere’ rağmen yememe azmi gösteren erdir. Adem (as) gibi cennet’ten kovulmayı değil, İdris(as) gibi Cennet’e karar kılmayı başarmış demektir.
Hac’daki ihram şartları, nasıl ki ‘Adem’in, dünya üzerindeki ilk hallerinin tezahürü ise, oruç dahi cennetteki ademiyetin tezahürüdür. Yasak meyveyi yediği için dünyaya sürülmüş olan ‘adem’ kırk yıl boyunca gökyüzüne bakamadı utancından. O gadap döneminde, tek gayesi vardı. Yasaklara harfiyen uymak! İşte ihrama giren insan, Hz. Adem’in o halini bürünmüş olur.
Oruç tutan insan ise, zımnen ‘Ya Rabbi işte görüyorsun. Senin hatırın için değil haramdan uzak durmak, bana helal kıldıklarından bile elimi çekiyorum. Yasağına uyuyor elimi uzatmıyorum!” diyerek, Ademiyetin zirvesine çıkıyor. Tard edilmek yerine Ala-yi illiyine layık olduğunu gösteriyor… Bu bahis uzundur, bu kadarla yetinelim.
* * *
ÜÇ MİDENİN HİKMETİ
Gelelim üç mide meselesine. İnsan metabolizmasının nasıl işlediği artık çok iyi bilinmektedir. Midenin saat 21.00’den sonra öğütmediği, içindeki gıdaları bekletip çürüttüğü ve aside dönüştürdüğü bilinmektedir.
İnsanoğlu sürekli yiyor, yiyor, yiyor… Hayvan gibi geviş getirip yeniden öğütme imkânı da olmadığı için, zararlarından da kendini koruyamıyor. Kendi mizacına bakmadan, neyin yarayıp yaramadığına aldırmadan yiyor.
Bilirsiniz insan icadı olan motorların yakıtları farklı farklıdır. Hangi motor ne tür yakıt gerektiriyorsa onu koymaya azami gayret gösteririz. Çünkü jet yakıtı ile çalışan bir motora motorin veya benzin verilemeyeceği gibi, motorin ile çalışan motora da benzin vermenin gereği yok.
Aynen onun gibi, Cenab-ı Hak da insanları bir ve benzer gibi yaratmış ama motorları farklı farklıdır. Kimisi etçildir (0 ve B kan gurupları gibi) kimisi otçuldur, (A ve AB) gibi. A R(+,-) kurşunsuz benzin kullanan motorlar gibidir. Bunların kırmızı et yemesi, kanser dâhil her türlü bedeni hastalıklara davetiye çıkarmak gibidir.
0 ve B grupları ise adeta motorin ve dizel kullanan motorlar gibidirler. Siz motorların yakıtına dikkat ederken, kendi vücudunuzun gıdalarına dikkat etmezseniz, bunun ceremesi hastalıklar olur.
Bir doktorun yaptığı bir anket görmüştüm. Soruyor hastalarına “hastalıkların sebebi sizce nedir?” diye. Yüzde yetmişine yakını ‘ALLAH sevdiğine hastalık verir’ şeklinde cevap vermiş. Yani hastalığından ALLAH’ı mesul tutuyor. Oysa Cenab-ı Hak, ‘ALLAH, kuluna zulmü (hastalığı, fakirliği, çaresizliği, perişanlığı…) murad etmemiştir” buyuruyor. Yani o tür şeyler insanın kendi elinin etmesiyle gelir insanı bulur.
Mısır meliki Mukavkıs peygamberimize iki cariye ile birlikte bir de hazık bir doktor göndermişti, hastalarını tedavi etsin diye. Doktor, bir, bir buçuk sene kadar kaldı Medine’de. Bir gün peygamberimize geldi ve “Ey Muhammed, ben şu kadar zamandır buradayım. Kralım beni, sizin hastalarınızı tedavi edeyim diye beni göndermişti. Ben memleketimde önemli bir insanım. Fakat burada kimse bana müracaat etmiyor. Doğrusu etrafınızda hasta kimse de göremiyorum. Müsaade ederseniz, memleketime döneyim” dedi.
Peygamberimiz (ASV), ona kendisinin misafirleri olduğunu, istediği kadar kalabileceğini söyledikten sonra şöyle dedi:
“Hastalığa gelince. Evet, ben ve ashabım hasta olmayız!” Doktor şaşırdı. “Nasıl?” deyince Peygamberimiz şöyle buyurdu:
“Biz asla acıkmadan yemeyiz. Sofradan tok kalkmayız. Senede bir de hacamat (derinin alt tabakalarında biriken ve hastalıklara yol açan kirli kanı atmak için yapılan bir işlem) yaparız.
Doktor, düşündü ve “evet acıkmadan yemez ve yediğiniz zaman da midenizi tıka basa doldurmazsanız hasta olmazsınız!” dedi.
İşte oruç, davar gibi yemeye alışmış insanı, Adem gibi beslenmeye alıştırma mevsimidir.
365 gün temizlik yapmaya fırsat bulamadan misafir ağırlayan bir evi düşünün. Nasıl mezbelelik olursa, insan bedeni de zamanla öyle bir mezbeleliğe dönüşür.
O yüzden Cenab-ı Hak, kendi kereminden olarak, insana zorunlu bir emirle evini barkını temizleme, köşe bucak evi gözden geçirip kirini, pasını, tozunu ayıklama fırsatı veriyor.
Hakiki oruç tutan insanda kolesterol kalmaz, tansiyon kalmaz, vücudun birçok mekanizması düzelir. Gözenekler açılır. İnsanı, hayvaniyet bataklığında tutan haller ayıklanır ve Rahmani nimetleri hissedecek gözenekleri açılır. Beynin üzerindeki baskı azalır. Gözler kuvvet bulur.
Riyazet yapmamış veli gördünüz mü? Açlığın en yüksek mertebesini denememiş bir nebi duydunuz mu?
Peygamberimiz “Zemzemden başka yiyeceğim olmadığı halde, Kabe ile örtüsü arasında 40 gün geçirdim” buyurur.
Yani kırk gün vücuduna sudan başka bir şey almayarak, bedenini bütün hayvani atıklardan temizlemiştir. Hz. İsa’nın bilinen açlık denemesi 60 gündür. Hz. Musa dört gün için çıktığı Tur-i Sina’da kırk gün kalmış ve sudan başka hiçbir şey vücuduna girmemiştir. Hz. Davut’un kendisine has bir oruç tutma yöntemi vardır.
Evet, oruç gerçek bir temizlenme, hastalıklardan arınama ve manevi gözeneklerini açma operasyonudur. Ramazan da onun mevsimi! Ramazan kelimesinin lügat anlamı da ilginçtir. Yakan! Vücuttaki kiri pası yakan, temizleyen demektir.
Fakat biz, ramazanı, semirme; diğer zamanlarda nefsimizden esirgediğimiz gıdaları da ona verme mevsimi haline getirmişiz. Pidesiyle, pastırmasıyla, özel ramazan mönüleriyle, tedip edilmesi gereken nefsimizi daha bir şımartırız.
Sonra da oruç tuttuk deriz. Oysa siz sadece nefsinizi şımartmış oldunuz.
ALLAH hepimize, şu ibadetin hakikatine ermeyi nasıp etsin!
Amin!
Mehmet Ali BULUT