1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

bilmek & bilgelik ilim & alimlik

Gönderilme zamanı: 04 Ağu 2010 14:09
gönderen dilaverkizak
İlim sahibi olana alim denir. Alim bilen kişi demektir. Bizler, bilenler olarak bilme sürecinde bilmemizin her durumunda bildiğimizce, ilişkilerde olarak fiillerde bulunuruz. Bilmemiz sonucu, bildiğimizce fillerde olarak amellerde oluşumuz, bilgimizin bizden fiilde dışlaşmasıdır. Bilen bilme sürecinde bilme ereğinde farklı düzeylerde bilen olarak varlık bulur. Bilen kişi her hangi bir ilim dalında ihtisas yapmış ise bilgin olur. Bilen eğer ilkelerde olarak yaşam deneyimi üzeri biliyor veyahut da ilkeler üzeri bildiğini yaşantılıyor ve yaşantıladığı tecrübesi üzeri bilgisini başkaları ile paylaşıyor ise bilgedir. Bilim adamı veya bilge olarak bilen kişi sonuçta alimdir.
Bilim adamı, başkalarının tecrübelerinden ve bilgi aktarımından yararlanarak, ayrıca deney ve gözlemler sonucunda bilen; bilge ise hem başkalarının tecrübe ve bilgi aktarımından yararlanarak hem de kendi edindiği bilgiler üzeri yaşam deneyiminin kendisinde düşünerek ve gözlemleyerek bilendir.
Genelde toplum içinde bilge kişi, yaşadığı toplumun ahlakını (örf, adet, gelenek ve görenekler üzerine edinilmiş psikolojiler) bilen evrensel ilkelerde yaşayan olarak, evrensel ilkeler üzeri kıssalar ve dinsel emirler üzeri öğütler veren olarak bilinir. Lakin bilge evrensel ilkeler üzeri yaşarken, toplum ahlakını bilen olarak, toplumun genel anlamda psikolojisi ile toplumun kendisi evrensel ilkeleri yaşamıyorsa eğer yaşam biçimi, toplumun yaşam biçimi ile örtüşmeyebilir. Ve bu sebepten dolayı genelde öğüt veren bir kişi olarak bilinir. Böyle bir bilge öğütleri ile ders verendir. Ve dersler genelde toplumun anlayacağı, o toplumun genel ahlakı ile örtüşen mitler ile verilir. Toplum içinde bilge olarak bilinen bu kişilerde ilimde derinleşme düzeyinde bilgelikten söz edilemez. Böyle bir bilgelikte ahlak daha öncelikli görünür.
Bilgilenme sürecinde, öğrenmelerimiz düşünür olarak yaşamın kendisinde bilmenin nesnesi olan olay ve olguları; deneyimlerimiz ve gözlemlerimiz üzeri yaşayarak bilişimiz o kadar farklı düzeylerde gerçekleşir ki, bilişlerimizin istençlere ve manaya iye olarak, ayrıca ilke olarak aldığımız evrensellere göre farklılık arz etmesi sebebi ile bilge olanların farklı bakışımları oluşur. Bu sebepten dolayı farklı düzeylerde bilgeliklerden bahsedebiliriz.
Farklı düzeyler olarak irdeleyeceğimiz bilgeliği genel anlamda iki kategoriye ayırabiliriz.
Bunların birincisi, filozofluk düzeyinde bilgelik olup ikincisi ise kadim bilgelik düzeyinde bilgeliktir.
Filozof:
Bu düzeydeki bilgelikte, bilgenin düşünce edimselliği daha öndedir. Ve bu bilgelikte bilge olay ve olguları oluşturan ve olay ve olguların idare ve idamesinin evrensel yasalarının farkındalığına ermesi ile evrenseller ile bakışımlarda bulunan bilgedir. Bu düzeydeki bilgelerde ya tüme varımcı bir anlayış üzeri evrensellere varım ve evrensellerle düşünme veyahut da tümden gelimci bir anlayış üzeri evrensellerin kendisi üzerinden olay ve olgular irdelenerek, nedensellikleri evrenseller ile bilmenin farkındalığında bilme gerçekleşir.
Tüme varım yöntemi ile olay ve olguların nedensellikleri evrensellere dayandırılarak ve evrenseller bulunarak bilmenin farkındalığına geliş gerçekleşir. Bu bilgelikte tümden gelim yöntemini kullanarak bakışımda olan bilgelerden farklı olarak, nedenler ve nedenlerin cevabı olarak evrenseller olay ve olguların temel alınması ile ve olay ve olguların üzerinden bir bakışım ile bilmenin farkındalığına geliş ile bakışımlarda bulunulur.
Tümden gelim yöntemi ile olay ve olguların nedensellikleri olay ve olgular temel alınarak değil, evrenseller temel alınarak olay ve olgular ilkeye bağlı olarak anlamlandırılır. Bilge bu anlamlandırmanın kendisinde düşünür olarak evrenseller üzeri ilkesine bağlı olarak anlamlandırmalarında hep farklı bir anlam üzeri bilişinde evrenseller üzeri bakışımda olarak bilgedir.
Anlatır olduğumuz her iki filozofluk düzeyindeki bilgelikte de bilgeler, olay ve olguları “ne” olmaklıklığı üzerinden bildiği her şeye dışsal bakışımlarda olarak bilgedirler. Ve bu bilgeliklerde gerçekleri bilmek ana gayedir. Ve gerçekleri bilme üzeri her şey anlamlandırılır ve toplumsal yaşantıya sirayeti ideoloji düzeyinde gerçekleştirilmeye çalışılır. Ve bu düzeydeki bilgeliklerde bilge, evrenseller üzeri yaşam ahlakını oluşturması ve bu ahlak üzere yaşaması ile bilgedir.
Kadim Bilge:
Bu düzeydeki bilgelikte, filozofluk düzeyindeki bilgelikten farklı olarak, düşünce bir şeyi bilmenin aracısı olmaktan daha çok; her zamanın mutlak bileni olarak Zat-ı İlahi’nin bilgisini bilge kişinin üzerinde açarak dışlaştırma aracıdır. Filozof, düşüncede bilmenin nesnesi üzerinde kaldığı içindir ki düşünce üzerinden bilgisini açanın farkındalığına gelmez. Düşünce üzerinde düşüncenin nesnesi her ne ise ona göre bakışımdadır. Kadim bilgelikte ise bilge kaynağından beslenen olarak “ne” üzerinden bilen olarak değil, düşüncenin bilme nesnesi her ne ise onu; Mutlak bilenin Zat’ından ve O Zat’ın Melekut açılımından bildirilmesi ile bilendir. Ve kadim bilge “ne” üzerinde düşünürken dahi mutlak bilen olarak Zat’ın, bilgisini bilgenin üzerinde açması ile “ne”yi bildiğinin farkındalığında olarak bilen ve O’nun varlık katı olarak kendisinin üzerinde (insanın Allah katı olduğu kastedilmektedir) O’nun bildirmesi ile bilendir. Aslında filozoflar dahil bütün insanlarda bilme, her zamanın mutlak bileni olarak, Mutlak Zat’ın bilgisini melekutu dahilinde kademe kademe (kademeden kast edilen “Yeni Bir Asır” kitabında boyutlar olarak irdelenmiştir) açışının beslenişinde, istenç ve manaya içkin olarak bilirler[1].
Kadim bilge “ne” olan eşyanın kendisini evrenselleri ile ilke üzeri bilmeye çalışabilir. Düşünce bu esnada bilgenin bilmesinin ve bildiği şeyi varlık hakkı ile anlamasının aracıdır. Kadim bilge için düşünce bu düzeyde bir araç iken her zamanın mutlak Bileni olan Zat için düşünce, bildirmenin bir aracısıdır.
Kadim bilge, olay ve olguları genel anlamda “ne” olmaklıklarından daha çok, “kim” olarak mutlak Zat ile alakadarlıkları üzeri bilmeye çalışır, kaynağından beslenen olarak da bilir. Kadim bilgelikte bilge, gerçek bileni bilen ve kendisinin de bir şey bilmediğini bilen olarak O’nun bilgisini açması ile her şeyi hakkı ile bilen, ve O’nu dahi O’nun kendi varlık bilgisini açması ile bilir. Kadim bilge ile filozof arasındaki en büyük fark, filozofların hep “ne” üzerinden anlamlandırması (tümden gelim metodu ile bakışımlarda olan filozoflarda dahi bu böyledir), söz konusudur. Filozof, istenç üzeri bilmenin zevkindedir, lakin filozof bildiği şeyi hak değeri üzeri anlamını bilmeyebilir. Kadim bilge ise, bilmenin nesnesi olan şeyi bilebileceği gibi Zat’ından beslenmesi sebebi ile hak değeri üzeri de anlayan ve bunu keşif (tasavvuf literatüründeki anlamı ile kullanılmıştır) bilgisi olarak kendi üzerinde de yaşayandır. Kadim bilge keşfi ile bilendir. Kadim bilge bildiğini, bildiğinin hak değeri olarak varlık değeri ne ise onu varlık nişanı ile anlayandır da.
Kadim bilgelikte bilge olanlar, farklı zamanlarda, değişik kültürlerde yaşamış olsalar da aynı kaynaktan beslendikleri için her bilmenin sürecinde, aynı bilgiye ulaşmış olarak kültleri aynı, kültlerini yaşadıkları toplumun bulundukları zamanlarındaki ahkamına göre kültürlerinde farklılıklar arz ederek yaşarlar. Ayrıca bu düzeyde bilgeler, yaşadıkları toplumun bu kültü kabul ederek benimsemesi üzerine de yaşadıkları toplumun kültürlerini, kültleri ile de yeniden anlamlandırarak değiştiren ve yeni bir kültür düzeyi oluştururlar. Bu söylevin kendisinden bütün bilgelerin bu değişimi sağladıkları düşünülmemelidir.
Yukarıdaki anlatım doğrultusunda şunu da belirtmek yerinde olur: yaşadıkları toplum tarafından benimsenen kadim bilgelere, toplum bireylerinin, bilge kişinin bilgeliğinden öz güvene dayanan bir eminlik içinde yönelişleri ile, hak üzeri olan evrenseller ile kadim bilgelerin toplumlara ders verişleri (irşad) ile bilge olduklarını söyleyebiliriz. Bilgelik, bilgiyi sadece kendinde evrenseller üzeri yaşamak değil, yaşadığı bilgiyi ilahi ahlak üzeri yaşattırmaktır da. Bilge, bilgeliği bilindiği zaman bilgedir. Bu sebepten dolayı, bilgenin bilgisini evrenseller üzeri anlamlandırarak açışı ve yaşamın kendisinde örnekleyerek göstermesi şarttır.
Kadim bilgelikte bilgeler, farklı zamanlarda ve farklı mekanlarda varoluşun gerçekliğine ait bilgileri ve bu bilgilere yetişmenin yöntemlerini gösterebilirler. Bu gösterimin kendisinde kadim bilgeler, aynı kaynaktan beslendikleri için ve gerçeklik bilgisine yetişmenin yöntemlerini aynı temeller üzeri kurguladıkları için bir birlerinden habersiz olarak, gerçeklik bilgisi olarak aynı söylevlerde ve evrensellere iye olan yaşam biçimlerindeki fiillerde bulunabilirler. Bu sebeplerden dolayı kadim bilgeler, bir birlerini bildikleri varoluşun gerçeklik bilgileri ve bildikleri varoluşun gerçeklik bilgileri üzerinden uyguladıkları öğretilerini taklit etmezler. Bu sebepten dolayı farklı zamanlarda, farklı mekanlarda ve farklı kültürlerde yaşayan kadim bilgelerde bir çok ortak özellik gözlemlenebilinir.
Genel anlamda kadim bilgelerin ortak özelliklerinden daha çok tasavvuf öğretisi üzeri kadim bilgeliği anlamlandırmaya devam edelim.
Kadim bilge, tasavvufta arif ismi ile isimlendirilir. Arif kaynağından beslenen olarak Cenab-ı Hakk’ın Zat’ı ve melekut açılımı doğrultusunda O’nun nuru ile feraset bulmuş, O’nun nurunun verdiği varlık bilgisi üzerinden bakışımlarda seyir eder.
Ariflik seyirindeki bilgelikte bilge, olay ve olgular üzerinde “ne” oluşun bilgisi ile bakışımda değil; “kim” olarak Cenab-ı Hakk’ın bilgisi üzeri, O’nun Zat’ının varlığını düşüncesine temel alarak bakışımlarda bulunur. Ve olay ve olguları tevhit akidesi üzeri bakışımlarda bulunarak Cenab-ı Hakk’ın Zat’ında birler. Bu bilgelikte “ne”, “ne” ile birlendirilmez, “ne”ler Mutlak Zat’ın kendisinde, O’nun esma, sıfat ve ayetleri üzeri fiillerde bulunuş seyri olarak O’nda birlendirilir. Bu anlatım dahilinde tevhit, farklı iki düzeyde gerçekleşir. Bu her iki düzeyde de bilge, “ne”ler üzerinden değil, Zat üzerinden bakışımlardadır.
Bir düzeyi ile bilge, kendisi de dahil olmak üzere, Zat’ın “ne”ler olan olay ve olgular üzerinde ve üzerinden tecelli ile zuhurda seyir edişinin şahadet bakışımlarındadır. Bu düzeyde bilge, O’nun Zat’ının esma, sıfat ve fillerinde olgu ve olaylar üzerinde tecelli ve zuhur ettiğinin şahadet bakışımında olarak vahdet seyrinde her şeyi, her şeyi temel alarak değil, O’nun varlığını temel alarak, O’nun varlığında birler. Diğer düzeyde ise bilge, kendisi de dahil olmak üzere “ne” olan olay ve olgulardan daha çok, Zat’ın bizzat kendisinin fiilde esma ve sıfat seyrinin şahadetinde bakışımlarda bulunur. Bu tevhit düzeyindeki bilgelikte arif, olay ve olguları O’nun varlığında birlemekten daha çok olay ve olguların varlık farkındalığını yitirmiş olarak olay ve olgular üzerindeki fiillerde Zat’ı ilahiyi ve Zat’ı ilahinin esmalarıyle kendisine görünüşünü duyumsayan olarak şahadet bakışımlarında bulunur.
Cenab-ı Hakk’ın alemler üzerindeki esma, sıfat ve ayet seyrine, bilge keşfi olarak zevkte, bilmenin farkındalığına gelerek şahadette bakışımlardadır. Bilge, ilminde Cenab-ı Hakk’ın varlık bilgisi üzeri ve bizzat O’nun varlığını şuur-u mutlak düzeyinde yaşaması ile derinleşir. Ve bu hakikat bilgisi üzeri bakışımlarda bulunur ise eğer nedenselliğin hakikatini bilen, ve her türlü nedenselliği hakikatin bizzat kendisi ile (Cenab-ı Hakk’ın varlığı kastedilmektedir) anlamlandırır,.ilimde rüsûh sahibi olur. Bu bilgelik düzeyinde şahadet edilen her şey O’nun fiilde olarak esma ve sıfatlarının belirimidir. Bilge, O’nun Zat’ının şahadet edilmeyeceğini de gene O’nun mutlak olan varlık bilgisi ile O’nun bildirmesi ile bilebileceği gibi, O’nun Zat’ını şahadette değil sadece kendi üzerindeki şuurda, şuuru yaşayarak bilir. Bu biliş için arifler “kendini kendi bilir” demişlerdir. Zat’ı ile O, sadece yaşanır. O’na şahadet edilemez. O’nu yaşamanın farkındalığına geliş ise O’nun Zat’ını kendimizde yaşadığımızın şahadetidir.
Bilge, ilminde rüsûh sahibi ise, O bildirdiği için O’nunla O’nu bilendir. Bu düzeyde bilge O’nun varlığında her şeyi O’nunla bilen, her şeyi O’nunla anlamlandıran olduğu gibi her şey ona O’nun anlamını verir. Ve her şey O’nunla anlam kazanmış olarak nedenselliğini bulur. Nedenselliğini bulmuş bilge, Cenab-ı Hakk’ın ilahi ahlakı üzeri yaşamaya çalışır, O’nun hakikat bilgisi ile irşatta olarak Hakk taliplerine O’nu bildirmenin dersinde ve O’nun ilahi ahlakı üzeri yaşanmasının örneği olarak yaşamı ile yol gösterir.
Kadim bilgelikte bilgeye, erenlerin buyurduğu gibi feyz iki türlü ulaşır. Bunlar feyz-i akdes ve feyz-i mukaddes’dir. Feyz-i akdes bilgenin alemlerden etkilenmeden kendi asli varlığından bilgilenişi ile hikmet sahibi oluşudur. Feyz-i mukaddes ise bilgenin alemlerde ki etkilenişi üzeri bilgilenişi ile hikmet sahibi oluşudur. Aslında feyz-i mukaddes de bilgenin alemlerden etkilenişi üzeri feyz buluşu olsada; bilge kendi üzerinde Cenab-ı Hakk-ın Zat-ı ve melekutu dahilinde bilgiyi bildirmesi sebebiyle feyz-i mukaddes de feyz-i akdes dir. Feyz-i mukaddesin feyz-i akdes olmasının bir sebebide her iki feyz düzeyinde de bilmenin nesnesi olan her şeyi Cenab-ı Hakk-ın varlığı üzerinden biliş ve akdes olan O’nun varlığına şahadette olarak bakışımlarda seyir edilişidir.
Kadim bilgelikte bilgeler feyz-i akdes ve feyz-i mukaddes düzeylerinde bilgilenerek hikmet sahibi olurlarken bilgilenme; sahih rüyalar, ilhamat, doğuşat, hâtır, murakabe, her şeyin hak değeri üzeri yani nişanı ile bilge üzerinde nişanın halinin açılışı ve bizzat ilahiyat üzeri yaşam deneyimlerinde düşünce yetisi kullanılarak bilişler veya bilgenin düşünce yetisini kullanmadan düşünce yetisi üzerinden ilahiyata ait bilginin bilge üzerinden açılışıyla gerçekleşir.
Hangi düzeyde bilge olunursa olunsun fark etmez, bilgenin varlığından bilge olarak emin olmak gerekir. Ve bilge yalnız bilgisi ile bilge değil, anlatılanlar doğrultusunda anlaşılması gerekir ki evrensel olan ilahi ahlak üzeri de yaşaması ile de ve bu yaşamın kendisi ile de başkalarına örnek olması ile bilgedir.
Son söz olarak şunu söyleyebiliriz. Genel anlamda bilge kişi, kelâmından ve yaşam biçiminden belli olur. Ve bilge bir taraftan bildiğini bildiren, yaşadığını yaşatan, yaşam deneyimlerini aktaran, bir taraftan da evrenseller üzeri yaşadığı içindir ki herkesin ve her şeyin varlık aynasıdır. Varlık aynası olan bilge hak kelâmında ve yaşantısında, kendini değil; aslında bizi hakkı ile bize gösterir.
Her bilgenin ortak özelliği olarak bilgeler, bilme farkındalığının sebep olduğu hayret ve hayranlık hallerinde yaşam sevinci seyrinde de bulunurlar.
Bilge Hakk’ı ve herşeyi hakkıyla bilen ve herşeyi hak değeri üzeri bilerek Hakk’ın varlık değerleri ve istençleri üzeri herşeyle ilişkilerde bulunan olarak bilgedir. Bilge böyle bir yaşam üzeri Cenab-ı Hakk tarafından kendisine hikmet verilmiş olan, hikmetiyle bilen ve hikmeti üzeri yaşayandır da diyebiliriz.
Her bilge aynı kaynaktan besleniyor olsada üzerinde bulundurduğu ilahi sıfat ve esma-i hassına göre zevklerinde biri birilerine göre farklılıklar arz eden bilgi açılımlarında ve bilgelik tavırlarında bulunabilirler.
Zevk erbabı için şunu da belirtmek gerekir: filozofluk düzeyindeki bilgeliğin kavil alemindeki mana rengi eflatun, kadim bilgeliğin mana rengi ise yeşil ve beyazdır.


Kabuğun kabuğu sayılan üçüncü kısım ilim ise ümmetin yönetici sınıfı sayılan emirlere (liderlere)verilmiştir.
Ayet-i kerimede bu üçüncü kısıma “en iyi şekilde(adaletle) mücadele ve muamele et” anlamına gelen ifade ile işaret edilmektedir.
Bu ilim ümmetin adalet siyaset ticaret gibi sosyal yönleriyle ilgili ahkam-ı şer’iyyeyi içermektedir.Bu sınıf için mücadele ifadesinin yer alması yöneticilerin yer yer şiddete başvurmak zorunda kalmaları halinde insaf ve merhamet ölçülerini aşmalarını önlemek içindir.Çünkü onlar dini düzenin devamını sağlayıp koruyan kimselerdir.İslam düşmanlarına karşı Kahhar sıfatıyla donanmışlardır.Bir cevizin yeşil kabuğu gibi ikinci sınıf zahir bilgi ise sert kabuk misalidir.Cevizin özü de batın ilimlere misaldir.
Bu üçüncü sınıftan birincisi arif-i billah olan mutasavvıf sınıfının fakr makamıdır ve onlara tahsis edilen hal ilmi sırr ilimlerinin özünü meydana getirmektedir. Ve manevi irsiyetten doğan şecere-i tayyibenin (tertemiz neslin) ürünüdür.Hadis-i şeriflerde bu anlamda şöyle buyurulmaktadır:

“ulema ile beraber olmaya hükemayı (hikmet sahiplerini)çok dinlemeye özen gösterin.çünkü Cenab-ı Hakk ölü kalbleri hikmet nuruyla diriltir.Aynen kuru toprağı yağmu suyu ile dirilttiği gibi….”

Hikmet hakimin (hikmet ehli alimin) kayıp malıdır nerede bulursa alır.

Avam sınıfının ağzından çıkan sözler Levh-i mahfuz dan iner Levh-i mahfuz Alem-i Ceberut’tandır. Rical-i vasılın olan meşayih-i izam’ın ağzından çıkan sözler ise levh-i ekber’den
Doğrudan doğruya aracısız lisan-ı kuds ile çıkan sözlerdir.Kurbet aleminden (yakınlık mertebesinden) dile akmaktadırlar.
Nitekim “her şey aslına döner” sözü bunun için söylenmiştir.Bu bakımdan ölü paslı kalblerin dirilmesi için telkin ehlini aramak farz olarak kabul edilmiştir.Nitekim hadis-i şerifte
“ilim taleb etmek kadın erkek her müslümana farzdır.”buyurulmuştur.

Buradaki ilim marifet ve kurbet ilmidir.Öteki tüm zahir ilimlerin lüzumu kadarı öğrenilmesi farzdır.Yani farz ibadetlerin yapılması için gerekli olan fıkıh gibi zahiri ilimlerdir.İmam Gazal’i kuddise-i sırrıhu merhum da bu konuda şöyle diyor

“kalbin diriliği yaşaması gerçek ilimdir.Onu toplayın öğrenin kalbin ölümü ise cehalettir.ondan kaçının takva ehli en hayırlı insanlardır.onları ziyaret edip size nasihatim sizlere yeter bundan istifade edin.”
Ayet-i kerimede

“Takva azığını çoğaltın çünkü en hayırlı azık takvadır.”(Bakara:197)

O halde Allahü Teala’nın rızası kulunun kurbiyyete (yakınlığa) ermesinde ehli takvaya komşu olmasında derecelerin hiçbirine iltifat etmeyip onlara ulaşmayı gaye edinmemesindendir.
Bu hususta aşağıdaki ayet-i kerime de Cenab-ı Hakk;

“Allahü Teala’nın iman edip amel-i Salih (iyi güzel hal ve hareketleri)işleyen kullarını müjdelediği lutfu bu de ki Bunun için sizden (Cenab-ı Hakka)yakınlık özlemi sevgi duymanızdan başka ücret istemiyorum.”(Şura:23)